“Televizyon: Öldüren Eğlence” Neil Postman


“Televizyon: Öldüren Eğlence”
Neil Postman


(BOOK REVIEWS)



Neil Postman “Televizyon: Öldüren Eğlence” kitabıyla televizyonun sosyolojik olarak kültür üzerindeki etkisi üzerinden bir toplum eleştirisi sunmuştur. George Orwell ile Aldous Huxley’in gelecek öngörüleri üzerinden karşılaştırmalar yaparak iletişim araçları üzerinden durum tespiti yapan Postman bu eseri Orwell’ın düşüncelerine karşı Huxley’in düşüncelerinin haklılığı çerçevesinde kaleme almıştır.


Kitabın önsözünde Orwell’ın “1984” romanında insanların acı çekerek denetlendiğine dikkat çekerek günümüzde böyle bir durumun günümüz toplumsalını yansıtmadığı  ancak Huxley’in “Yeni Dünya Düzeni” kitabında ele aldığı insanların hazsal yönelik denetiminin tam da günümüz dünyasını yansıttığını belirtmiştir. Postman bu durumu şu cümlelerle açıklamıştır: “Birisinin kaygısı kitapları yasaklayacak olanlardı, diğerinin korkusu ise kitap okumak isteyen kalmayacağı için böyle bir yasağa gerek dahi duyulmayacağı şeklindeydi. Birisinde insanlar acı çektirilerek, diğerinde ise hazza boğularak denetlenecekti.” Postman düşüncelerini daha çok Amerikan toplumu üzerinden örneklendirmiştir. Sözlü, tipografik(basılı) ve gösteri çağı olarak dönemlere ayırarak düşünlerini dile getirmiş, günümüz dünyasına yönelik bir eleştiri sunmuştur.


BİRİNCİ BÖLÜM
Postman’ın ele attığı ilk başlık “Araç, metafordur” başlığıdır. Postman, bu başlık altında aracın yani medyanın başlı başına “metafor” hâlini aldığı ve bunun neticesi olarak epistemolojik bir biçimde işlev gördüğünü ileri sürer; bunun yanında da kitle iletişim araçlarının, kültür –ve dolayısıyla insanın konuşma, davranış, ifade biçimi ile düşünce, ifade ve duyarlılığa yeniden yönelim kazandırması noktasındaki etkilerini örneklendirerek açıklar.
 “Araç, metafordur” söylemiyle aracın gösteri dünyasındaki etkisini dile getirir: şehir imajında sembollerin, politikada estetiğin, ticarette ise reklamın bir kaldıraç görevi gördüğünü iddia eder. Örneğin; Las Vegas şehrinin eğlence kültürünü çağrıştırmasında dev tabelalarda bir kabare kızının resminin olması, New York’u hatırlatan Özgürlük Heykeli, Toyota’nın bütçesinin büyük bir çoğunluğunun reklama ayrılması gibi. Postman kitabın bu bölümünde bütün kültürün bir konuşma olduğunun altını çizerek kültürün çeşitli sembolik kalıplarla sürdürülen bir konuşmalar yumağı olduğunu ifade eder. “Araç, metafordur” söylemi çerçevesinde verdiği örnek biri biçim ve içerik doğrultusunda dumanla iletişimdir. Örnekte, dumanla iletişimin kurulduğu dönemlerde felsefe yapılamaz. Çünkü duman halkaları, varoluş ile ilgili düşünceleri aktarabilecek bir niteliğe ve karmaşıklığa sahip değildir. Öyle olsaydı, bir Kızılderili filozof ikinci aksiyomunu göndermeden elindeki bütün yakacaklarını tüketirdi. Dolayısıyla buradan çıkarılacak sonuç, Postman’a göre bir toplumun iletişim araçları, o kültürün çerçevesinde meydana gelen olayları değerlendirmede başvurulacak en doğru yoldur.
Kitabı “Tipografi çağı’nın gerileyişi ile Televizyon Çağı’nın yükselişi” üzerine ele aldığını söyleyen Postman, McLuhan’ın olaylara bir kültür aracılığıyla bakmanın en açık yolunun o kültürün konuşma araçlarını gözlemek olduğu öğretisi çerçevesinde kültürün  resimden hiyeroglife, alfabeden televizyona kadar her iletişim aracıyla yeniden yaratıldığını ifade etmiştir.
Postman, “araç, metafordur” demekle aslında McLuhan’ın “araç, mesajdır” aforizmasına da işaret eder ve McLuhan’ın aforizmasını uyarladığının altını çizer: “Mesaj, dünyayla ilgili özgül, somut bir açıklamayı yansıtır. Ancak bizim medyamızın biçimleri –konuşmaya zemin hazırlayan semboller dahil olmak üzere- bu tür somut açıklamaları yansıtmaz. Bizim medya biçimlerimiz, daha çok, özel gerçeklik tanımlarını yerleştirmeye yarayan anlaşılması zor, ama güçlü içermeleriyle etkili olan metaforlara benzerler.”
Aracın metafor olduğunu öne süren Postman için, kendi yaşamımıza ister söz ister basılı yayınlar ister kamera merceğinden bakalım, medya-metaforlarımız dünyayı bizim adımıza sınıflandırır, çerçevelendirir, renklendirir, küçültür, genişletir, renklendirir ve dünyanın görünümüne ilişkin savlar ortaya atarak bu savları özümsememizde etkili olur. “Matbaanın sonucu olan okuryazarlık, insanın zihinsel seviyesini yükseltirken, telgraf gibi enformasyonu “meta”ya dönüştüren araçlar ise sadece eğlence kültürü ortaya çıkarabilir” şeklindeki ifadesiyle de medya metaforlarımızın kültürel etkisinin önemine de vurgu yapar.
Doğayı, zekayı, insani motivasyonu ya da ideolojiyi olduğu gibi değil yalnızca dillerimizdeki gibi gördüğümüzü ifade eden Postman, dillerimizin medyamız olduğunu ve medyanında metaforlarımız olduğunu ifade ederek kültürümüzün içeriğini metaforlarımızın yarattığını dile getirmiştir.
 “Epistemoloji Olarak Medya” başlıklı kısımda ise Postman, aracın düşünme biçimi ve kültür içeriği noktasında bir etkiye sahip olduğu kadar, hakikate ilişkin yönelimlerimizi ve düşüncelerimizi tanımlama ve düzenleme hususunda da bir işlev gördüğünün altını çizer.
Bir kültürün ürettiği saçmalıklarla değil kayda değer saydığı şeylere bakarak ölçüldüğünü ifade eden Postman, gerçekliğin tanımlanmasının enformasyonu taşıyan iletişim araçlarının karakterine bağlı olduğunu dile getirerek medyanın epistemolojimize ne kadar işlediğini göstermek istemiştir.
Bu kısımda en çarpıcı örneği, bir doktora öğrencisinin tez metninde yazılı kaynaktan ziyade bir ortamda geçen konuşmaya atıfta bulunması olayıyla verir. Heyet tarafından öğrencinin bu aktarmayı değiştirmesi istenmiştir. Bu isteğe karşılık öğrencinin “bir yazılı kaynaktan alıntıyı doğru olarak varsayıyorsunuz da, neden bir konuşmaya yapılmış atıfı doğru saymıyorsunuz?” itirazına ise, heyet “yazılı söz dayanaklı, ağızdan çıkan söz uçucudur. Bu sınavı geçtiğinizde komisyonun size vereceği yazılı belge iş görecektir, aksi takdirde bizim söylediklerimiz sadece ‘söylenti’ olarak kalacaktır. Yazılı belge ‘hakikat’i temsil edecektir” şeklinde karşılık vermiştir. Postman, “görmek inanmaktır”, “söylemek inanmaktır”, “duymak inanmaktır” gibi epistemolojiye dair aksiyomların, kültürlerin değişen medya biçimleriyle geçirgen olduğu gerçeğini gösterdiğini ifade etmiştir.
Televizyona dayalı bir epitemolojinin, herşeyi kirletmese bile, kamusal iletişimi ve onun çevrelediği alanı kirlettiğini belirten Postman, gösteri çağında kültürlerin epistemolojisinin televizyonla şekillendiğini de belirtmektedir.
Fikirlerin ifade ediliş biçiminin bu fikirlerin içeriğini etkilediği düşüncesini dile getiren Postman, “Tipografi Amerikası” ve “Tipografi Kafası” başlıklı kısımlarında, matbaanın gelişmesi ve yayılmasıyla tipografi insanının Yeni Amerika’da yer alışını ve özelliklerini ele almıştır. Örneğin; Tipografi Amerikası’ndaki konuşma biçimleriyle şimdiki Amerika toplumunun konuşma biçimleri ve yönelimleri oldukça farklıdır; nitekim o dönemlerde Lincoln ile Douglas’ın saatlerce süren politik tartışmaları halkın yoğun ilgisini görmektedir. Üstelik o dönemin Amerikalısının hitabet biçimi dahi, bir politik konuşma havası yaratmaktadır.
On yedinci yüzyıldan on dokuzuncu yüzyılın sonuna kadar mevcut olan şeylerin fiilen basılı malzemeler olduğunu dile getirdiği bu kısımda Postman, bu dönemde ne seyredilecek film ne de televizyon olduğunu söyleyerek basılı sözün ve özellikle yorumlayıcı düz yazının dolayımsız, analitik yapısının yankılarının her yerde hissedilebildiğini dile getirmiştir.
Postman’a göre Tipografik İnsan demek, analitik düşünceyi önceleyen, mantığa bağlı ve çelişkiden kaçınan insanı demektir. Bu tipolojinin hâkim olduğu dönem için ise Yorumlama Çağı kavramsallaştırmasını yapmaktadır. Tipografik İnsan, bir kamusal ismi düşündüğünde dahi, aklına o ismin argümanlarını, eserlerini, kamusal konumunu getirirdi. Gösteri çağında ise daha çok o ismin medya aracılığıyla yansıtıldığı görüntü akla gelir. Örneğin, Einstein denildiğinde akla daha çok gazetecilere dil çıkararak poz verdiği fotoğraf gelir. Postman, yazılı kültür ile görsel kültürün düşünme hususundaki farkını bu örnekle belirginleştirir. Yorumlama Çağı’nın bitişine, Gösteri Çağı’nın başlangıcına sebep olan olay ise telgrafın bulunmasıyla olmuştur. Postman, telgrafın enformasyonu sadece bir metaya dönüştürdüğünü, sürekli değişebilir/değiştirebilir hale getirdiğini ve sadece yarar sağlanabilmesi durumunda enformasyon niteliği taşıyabilecek bir anlayışı geliştirdiğini dile getirmiştir.
Eserin “Ce-ee Dünyası” başlıklı kısmında ise daha çok fotoğrafın bulunması ve yayılması ile “tipografi” yerine “fotografi”nin yer alması anlatılmıştır. Fotografi’nin açık anlamının bir nevi ışıkla yazmak olduğunu ifade eden Postman’a göre fotoğrafın yaygın bir araç haline gelmesi, gösteri çağına ilk adımdır. Fotoğraf, dünya hakkında genel bir fikir veya kavram sunmaz. Bir fotoğraf, tek başına uzakta ve soyut olanın üstesinden gelemez. Tek bir kişiden bahseder, insanlardan bahsedemez; tek bir ağacı anlatır, ağacı anlatamaz. Postman’a göre doğa fotoğraflanamadığı gibi; aşk, onur, hakikat gibi geniş soyutlamalar da fotoğraflanamaz. Bu durumda, “fotografi” bağlamı da yok etmiştir. Üstelik Postman için fotoğraf, “sahte bağlam” bile yaratmaktadır. Ve bu durumu şu örnekle açıklar: Bir yabancı, hiç bilmediğiniz bir yaprak türünün nasıl açtığından bahsettiğinde, siz bunu zihninizde canlandırarak daha iyi çıkarmaya çalışacaksınız. Fakat önce “bu yaprak nasıl bir şey?” diye soracaksınız ve bu yaprağın fotoğrafına bakacaksınız. Fakat olay bütünüyle kapalıysa ve bu olayla ilgili geçmiş deneyiminiz ya da gelecekle ilgili planınız yoksa bu bağlam bir yanılsama olacaktır. Bu yüzden görselin yarattığı sahte bağlamın işlevi problem çözmek, eylem veya değişimden ziyade “eğlendirme”dir.
Görsel kültürde, bir olayın aniden görüş alanına girdiği ve sonra hemen kaybolduğu bu eğlendirme biçimine Postman, “ce-ee dünyası” benzetmesini yapmaktadır. Bu ce-ee dünyası, fotoğraf ve telgrafla başlasa da, Postman, bunun tam olarak televizyondan sonraki kültürel yaşam için savunulabileceğini öne sürmüştür. Ayrıca bu kısımda televizyonun bir “üst-araç” statüsüne, yani sadece bilgimizi değil, bilme yollarına ilişkin bilgimizi de yönlendiren bir araç statüsüne yükseldiğini iddia eden Postman, televizyonu yeni epistemolojinin kumanda merkezi olarak tanımlamıştır. Televizyonun hakikat, bilgi ve gerçeklik tanımlarını sorgusuz bir şekilde kabul ettiğimizi böylece ilgisizliğin ve tutarsızlığın bireylere anlamlı ve akıllıca göründüğünü dile getirmiştir.

İKİNCİ BÖLÜM
Eserin ikinci bölümünde televizyonun epistemolojiye olan katkısını ve kültüre yönelik etkisini, televizyon programları üzerinden örneklendirerek aktarmıştır. Televizyonu bir üst-araç olarak ele aldığı bu bölümde Postman, bu dönemi “Gösteri Çağı” olarak adlandırmıştır. Grafik devrimi diye de bahsedilen çağda televizyonun kamusal söyleme ve kültüre yönelik etkileri belirleyicilik ve yönlendirme açısından ele alınmıştır.
Postman’a göre televizyon okuma-yazma kültürünü genişletmez ve pekiştirmez aksine okuma- yazma kültürüne saldırır. “Gösteri Çağı” adlı ilk bölümde Postman genel olarak yorumlama çağından gösteri çağına geçişi kaleme almıştır. Postman’a göre “yorumlama çağı”ndan “gösteri çağı”na geçişin ilk adımı, fotografi kültürünün yaygınlaşmasıyla atılmıştır. Bunun sebebi, araç’ın salt teknolojik icattan çok bir entelektüel ve toplumsal ortam yaratmasında yatmaktadır. Netice itibariyle araç’ın metafor hali ve rezonans etkisi, kültürün içeriğini belirleyebilmektedir. Postman, televizyonun kaçınılmaz bir iletişim aracı olduğu bu çağ için, “gösteri çağı” adlandırmasını yapmıştır.
Televizyonun eğlendirici olmasından öte, eğlenmeyi, her türlü deneyimlerimizin temsilinin doğal çerçevesi haline getirdiğini belirten Postman, bu kısımda gösteri çağının en büyük getirisinin “eğlence kültürü” olduğunu ifade eder.
Televizyon, ard arda görüntülerin harmonisi niteliği taşıdığı için, “durup düşünmek”ten ziyade “eğlenme” eylemini tetiklemektedir. Üst-araç olan televizyonda içkin olan söylemin üst-ideolojisi de tamamen “eğlence”dir. Örneğin; haberler dahi, bize öğrenilecek bilgi ve olayları değil, bakılacak haberleri eğlendirici nitelikte sunmaktadır. Programın başlangıç ve bitişindeki müzik, muhabirlerin yahut spikerlerin esprili konuşmaları, bütün bunlar eğlencenin bir üst-ideoloji olduğu televizyonun, gösteri çağında taşıdığı en büyük sorumluluk halini almıştır.
Eğlencenin televizyondaki her türlü söylemin üst-ideolojisi olduğunu söyleyen Postman, buradaki amacın düşünmeyi sağlamak değil, alkış almak olduğunu belirterek amacı sadece düşündürmek ve düşünce sürecini iletmek olan programlar varsa da, bunlar eğlendiren programlarla başa çıkılamayacağını ve televizyonun üst-ideolojisine aykırı düşeceğini dile getirmiştir. Ayrıca televizyon, eğlenmenin her türlü söylemin metaforu halini almasından ziyade ekran dışı alanlarda da metafor halini alabilmiştir. Misal, politika gibi iş gibi alanlarda da eğlence üslubun ve iletişim biçimlerinin belirleyicisi olabilmektedir.
“Ve şimdi de…” başlıklı kısımda ise Postman, televizyondaki haber programlarının “bu olaya yeterince zaman ayırdınız, şimdi ise sırada başka bir olay var” anlayışını “ve şimdi de…” kavramsallaştırmasıyla anlatmıştır. Postman’a göre, bir spikerin nükleer savaşının yaklaştığı haberini verdikten sonra “ve şimdi de reklamlar” demesine hiç şaşırmayacağımız bir gösteri kültürü yaşamaktayız. Televizyon, zulüm, ölüm, savaş haberlerinin abartılı olduğu ve bu haberlere sağduyuyla yaklaşıp tepki vermenin gereksiz olduğu epistemolojisi yaratmaktadır. Yani televizyon, duyarsızlaştırmaktadır. Bilgilenmek ve enformasyon yerine, dezenformasyon şeklindeki bir enformasyon türü ortaya çıkarmaktadır.
“Ve şimdi de…” deyişiyle şekillenmiş televizyon kültürü, bağlamı da bitirmiştir. Bütünlüklü, tek ve sürekli bir bağlam yerine tutarsızlıkla dolu bir süreksiz anlatım ve algılama çeşitliliği baş göstermektedir. Yani, başbakanın şimdi söyledikleri ile geçmişte söylediklerinin bir dökümünü yapmak ya da “elmayı portakala veya portakalı elmaya tercih ederim” denmesinin hiçbir önemi kalmamıştır artık. “Ve şimdi de…” dünyasının sonuçlarından birisi de, televizyonun kamusal enformasyon anlayışımızın bir paradigmasını oluşturduğu çağda, hızla “önemsiz şeylerin peşinde koşturmak” gibi bir enformasyon ortamına doğru yol alındığı ileri sürülebilir.
Televizyonun eğlendirmeyi temele alması ve  süreksiz bir enformasyon / görüntü akışı işlevi görmesi, onun dini inancı da eğlence biçiminde sunmasını öngörmüştür. “Beytüllahm’dan kurtulmak” başlıklı kısımda, artık dini programların sıkıcı bir hal almaya düşmekten çok alkış almaya eğilimli olması zorunluluğunun temel sebebi, televizyonun belirlediği düşünme biçiminin bir sonucudur. Bu tür programlarda din, artık tarihsel, derinlikli ve kutsal bir insani etkinlikten ziyade, asıl rolün vaize verildiği ve Tanrı’nın ikinci muz olarak sunulduğu bir hale getirilmiştir. Postman bu noktada, televizyonun kafamıza soyutlamalardan çok, kalplerimize kişilikler soktuğunu iddia etmektedir.
Televizyon, reklamlar aracılığıyla tüketicilerin psikodramalarla yatıştırılan bir hasta niteliği taşımasına da sebep olmuştur. Tıpkı politikanın icraattan çok gösteriye dönüşmesi gibi, televizyon aracılığıyla ürünlerin reklamında da ürünün niteliğinden çok tüketicinin nitelikleri öne çıkarılmakta ve ürün odağında tüketiciye imaj ve kimlik tayin edebilmektedir.
 Postman’a göre televizyon, öğretim açısından da bir etkide bulunmuştur. Örneğin, çizgi filmler ve çocuk programları, çocukları eğlence kültürüne hazırlamanın yanında, öğrenme ve araştırma biçimlerini eğlenceli olmak zorunluluğu ile başbaşa bırakmıştır. Postman’a göre Susam Sokağı adlı program, bu anlamda çarpıcı bir örnek sayılabilir. Eğitimcilerin ilk başta bu programı eğitici bulmasına rağmen, bu programın aslında çocuklara okulu ve öğrenmeyi sevmekten ziyade televizyon izlemeyi ve televizyondan izleyerek öğrenmeyi sevdirdiği tespiti yapılmıştır. Postman’ın “Eğlendirici Bir Faaliyet Olarak Eğitim” kısmında ele aldığı bu konuya göre öğrenmek, bir ülkenin hangi kıtada olduğunu öğrenmekten çok, bu bilgiye ulaşmanın yolunu öğrenebilmektedir. Bu yüzden çocuklar açısından eğitici ve öğretici olduğu ileri sürülen tv programları, ezbercilikten öte gidememenin yanında bilgiye ulaşma yolunu öğrenme konusunda da istisna teşkil etmemektedir.
TV mesajlarının kalıcılığı ve öğreticiliği açısından yapılan araştırmalar da, Postman’ın bu husustaki iddialarını güçlendirmektedir. Örneğin; Wilson incelemesine göre, hayali bir tv oyununun içerisindeki enformasyonların sadece yüzde 20’si bir izleyicide kalıcı olabilmektedir; Katz ve arkadaşlarının araştırmasına göre de, 21 saatlik tv yayınında izleyiciler neredeyse hiçbir haberi hatırlamamaktadır.
Bir üst-araç olan televizyonun söyleminin eğlence merkezli bir üst-ideoloji niteliği taşıması, herhangi bir kültürün tükenmesinde, o kültürün hiciv haline dönüşmesini öngörmektedir. Postman, bunu Huxley’in kültüre yönelik fütürist yorumsaması noktasından ileri sürmektedir. “Huxleyci uyarı” başlıklı son kısımda Postman, teknolojinin tarafsız olmadığına, George Orwell’ın yanıldığına vurgu yaparak özellikle iletişim teknolojisinin doğrudan ideoloji yüklü olduğuna vurgu yapmakta ve herhangi bir aracın  kültürün nosyonlarında değişiklik yaptığının altını çizmektedir. Aynı şekilde bilgisayarın da en az televizyon kadar kültürün tükenmesi veya yeniden düzenlenmesi hususunda bir etkiye sahip olduğuna da değinmektedir. Postman son olarak, bu sorunun üstesinden gelmenin iki yolu olduğunu, birisinin sonuç alınamayacak kadar saçma, diğerinin ise umut taşıyan bir öneri özelliği taşıdığını ifade etmektedir. Birincisi, televizyon izleyicilerini ve bilgisayar kullanıcılarını bilinçlendirmeyi amaçlayan tv programları yapmak; ikincisi ise, bu araçların kullanımında bilinçli bir nesil yaratmanın en kolay yolu olan eğitimi kullanmaktır.



Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

POPÜLER KÜLTÜR VE SİNEMA

Geçmişle Gelecek Arasında Bir Semt ’’MERCAN’’