Geçmişle Gelecek Arasında Bir Semt ’’MERCAN’’



Arnavut kaldırımlarıyla bezenmiş, ufacık yokuş yukarı sokaklarıyla Doğu ile Batı'nın kültürüyle, estetiğiyle, insanıyla harmanlanan bir çarşı olmakla, bu toprakların kültürünü, sanatını, ince el işlerini, ahlakını, örfünü kısacası yaşamının sergilendiği bir ticaret merkezidir MERCAN.

Her sokağında her taşında tarih, tasarım, emek taşıyan bir insan hikayesine rastlamak mümkün antika görünümlü bu ticaret semtinde. İsmini Mercan Ağa’dan alan semtin kuruluşu Fatih Sultan Mehmet dönemine kadar uzanmakta.

Özgecil ve bencil insanların içinde sıcakkanlı ve esprili esnafın arasında hanların hamamların bulunduğu  yokuş yukarı sokak aralarında anıların üzerinde yürümeye başlıyoruz. Kabuslu bir rüyadan uyanmış gibi hisseden, şizofren havaların etkisinde kalan çoğu insan, güneşi bu kadar özlediğini belki de ilk defa fark ediyor.

Sindirerek attığımız adımlar sonucunda kendimizi mercanın adeta kara kalemle çizilmiş dar, antika ve yokuş yukarı sokaklarında buluyoruz. Dar açı ile ikiye ayrılan sokak aralarında rota planları yaparken patlamış mısır gibi sağdan soldan karşımıza çıkan düşünceli bir o kadar da telaşlı insanların stresine şahit oluyoruz.

Psikolojik olarak alışveriş yapmanın insanı rahatlatmasının yanında bir o kadar da telaşlı ve huzursuz bir düşünce dalgasına sokmasına şahit olurken geçmişle gelecek arasında bir köprü oluşturan bu tarihi çarşının büyük alışveriş merkezlerinin gölgesinde kalmasına rağmen hala cazibesini kaybetmediğini görüyoruz.

                                       

Güneş önümüzde gölgeleri kovalarken, içinden tarih geçen mekanların sıkıştırdığı dar sokaklarda geniş yürekli insanların küçük hikayelerine şahit oluyoruz. Panoramik olarak bakıldığında adeta bir labirenti andıran sokak aralarında dolaşırken birden sokakların isimleri dikkatimizi çekiyor. Bir bulmaca gibi yukarıdan aşağı, soldan sağa doğru Haliç’e uzanan sokakların isimleri zamanında esnafların hangi yönde satış yaptıklarını gösterdiğini öğreniyoruz.

Sandalyeciler, Terlikçiler, Çarıkçılar, Örücüler, Şamdancılar gibi isimlerin yer aldığı antika efektli minyatür sokak aralarında taştan yapılmış yorgun ve bezgin kagir yapılar düşmemek için birbirine o kadar sokulmuşlar ki aralarında bulunan sokaklara, güneş ışığının düşmeyecek konuma geldiğini gözlemliyoruz.

Onlarca tarihi han ve işyerleri arasında ilerlerken yüzlerinden belirsizlik akan, umarsızca hayatlarına devam eden insanların adımlarına bir adımda biz ekleyerek yürümeye devam ediyoruz. Sürekli kalabalık olan Mercan sokakları her kesimden insanı ağırlıyor. Nereye gitsek eksik bir yer kalıyormuş hissi veriyor insana.





İstanbul'un eski sokak dokusunun korunduğu, az sayıda semtlerinden biri olarak, çoğu yokuş, dar sokaklarında çok girift bir araç ve insan trafiği dikkatimizi çekiyor. Her adımda bir sanat, zanaat yada lezzet ve tarihle karşılaştığımız mercan çarşısında, hanların içi her türden dükkanlarla dolu. Malların bir bölümü dükkanlar içinde yer alırken bir bölümünün de sokakların iki tarafındaki kaldırımlarda sergilenmesi dikkatimizi çekiyor. Mercan esnafının çoğu ürettiğini toptan satıyor. Dar yollara büyük kamyonlar sıralanmış. Koca çuvallar yükleniyor kamyonlara, hamallar gayretle çalışıyor. 


İmalathane ve toptancıların bir arada bulunması Mercan çarşısının en önemli özelliği, burası pazarcılar ve perakendeciler için adeta üzeri tozlu biz çeyiz sandığı gibi  hem çeşidi bol hem de gizemli bir alışveriş ortamı. Her türlü zanaatı da içinde barındıran mercan sokaklarının en eski dükkan ve zanaatkarları çantacılar, İstanbul’un neredeyse tüm çantacılarının toptan alışverişini buradan yaptığını öğreniyoruz. Eminönü’nde Kapalıçarşı, Tahtakale ve Mahmutpaşa arasına sıkışmış bir semt Mercan. Ticaretin nabzının attığı bu tarihi semt, Uzunçarşı yokuşu ve Çakmakçılar yokuşu olarak 2’ye ayrılıyor. Dik yokuşlardan, dar kaldırımlardan ve küçük caddelerden oluşan Mercan sokaklarında,  anneler ellerinden sıkı sıkı tuttuğu çocuklarını sürükler gibi dolaştırıyor yanlarında, onlarsa şaşkın şaşkın bakınıyorlar çevrelerine. Dolup dolup boşalıyor Mercan sokakları, tezgah önleri her daim insan dolu. Esnaf ise bu kalabalıktan fazlaca memnun değil.

‘’Kuru kalabalık bu abi…  eskisi kadar kaliteli turistte gelmiyor… üretilen, satılan ürünler değişti son dönemlerde artık eskisi gibi İngiltere’den Avrupa’dan turist gelmiyor. Hep Arap ağırlıklı…’’
Hangi esnafa dokunsak dudaklarından bir hüzün bir hikaye canlanıveriyor hayalhanemizde. Geçmişle gelecek arasında kendilerine yer edinmiş bu insanların umutları,  şairin hüzünlü mısraları gibi zirveden aşağı doğru dökülürken, bizde ahşap ve taşın çok sık kullanıldığı tarihi hanların arasından yorgun insanların, müzmin bakışlarının gölgesinde ilerlemeye devam ediyoruz.



Ardından ev aksesuarlarının satıldığı bir dükkana giriyoruz ve burada bizi Bülent abi karşılıyor. Kendisi 1980’li yıllardan beri burada çalıştığını söylüyor. Bizde çarşının dünüyle bugünü arasındaki değişimi meraklı zihinlerimizin tetiklediği gizemli bakışlarımızla soruyoruz Bülent abiye:
‘’Eskiye oranla çarşının durumu nasıl? Gözlemlediğiniz değişimlerden bize bahseder misiniz?’’
İlk olarak tarihinden bahsediyor bize Bülent abi ardından:

‘’…aslında çarşı eski günlerine yaklaşıyor. Eskiden de 80’li yıllarda burada her yer çantacı, kumaşçı ve  ayakkabıcılarla doluydu. Daha sonra buralara altıncılar ve kuyumcular ilgi göstermeye başladı ancak Kuyumcukentin açılmasıyla 4000 kadar kuyumcu oraya taşındı. O yüzden buralar eski günlerine dönmeye başladı.’’ diyerek, farklı da olsa buralarda yeni açılan dükkanların kendisine eski zamanları anımsattığını söyleyerek bizi çarşının eskilerinden biri olan Celal amcanın yanına gönderiyor.

Ara sokaklarda bir saat tamircisi vitrininde, akreple yelkovanı susmuş antika bir saat gibi oturan Celal amcanın yanına selam vererek içeri giriyoruz. Celal amca 77 yaşında ve yaklaşık 50 yıldır Mercan çarşısında çaycılık yapıyor. Tabi şimdi oğluna devrettiği çay ocağının yanında çay çetelesini tutmakla yetinmekle kendisi bunu yaşlılığına verse de yanına gittiğimizde sorduğumuz sorulara büyük bir heyecanla karşılık veriyor.

‘’Ben buraların eskilerindenim oğlum.’’ diyor. ve başlıyor anlatmaya ‘’Buralar eskiden hep ayakkabıcı, çantacıydı ilk bunlar açıldı. Hatta ilk bu dükkanların sahiplerinin çoğu Ermeniydi. Hatta bende bu çay ocağını ermeni arkadaşımdan aldım. Hala burada dükkan sahibi olanlar var arka tarafta dostum Agop oda burada işlemecilikle uğraşıyor. Tabi artık buralar artık eskisi gibi iş yapmıyor dolar yüksekliği buradaki esnafı çok etkiledi. Hem üreten hem tüketen sıkıntılı’’ diyerek sallanan çay kaşıklarının sesleri arasında eski günlerini yad ediyoruz birlikte. Dün yaşamış gibi aktarıyor çarşının geçmişle gelecek arasında yön değiştirmiş konumunu. 

Buradaki hanların hem ev hem de işyeri olduğunu eskiden ailelerinde burada yaşadığını, o zamanlar çay dağıtırken camdan el sallayan çocukları belgesellere yansıyan bir hayal misali, dalgın bakışları arasında, bize eski zaman şarkılarını anımsatan bir dille anlatıyordu.



Taş evlerin serin gölgesinde bir gözümüz yolda bir gözümüzde fotoğraf makinesinin vizöründe ilerlerken yanımıza önümüzdeki büfeden birinin yaklaştığını görüyoruz. Adının Abdurrahman olduğunu öğrendiğimiz kişi, bize fotoğraf makinemizi göstererek gazeteci misiniz diye soruyor.  Bizde evet diyerek Mercan çarşısı ile ilgili bir röportaj yazısı yazdığımızı anlatıyoruz. Anlatırken kendisi de bize Suriye’de gazeteci olduğunu ancak savaş yüzünden buraya göç ettiğini anlatıyor. Hatta o sırada içinde Mercan çarşısının yer aldığı Kapalıçarşı ile ilgili çektikleri belgeseli gösteriyor telefonundan. İzlerken bilgi almak için konuştuğum Bülent abiyi belgeselde görünce garip bir şekilde ‘’…aaa az önce bizde konuştuk Bülent abiyle…’’ diye araya giriyorum. Eğitim aldığı okulu gösteriyor bize büyük heyecanla, o anlattıkça biz susuyoruz. Abdurrahman şuan da Mercandan Kapalıçarşı’nın mercan kapısına doğru giden yol üzerinde bir büfede garson olarak çalışıyor.



Bu sessiz çığlığın arasından savaşın bir insanı nasıl bir duruma sürüklediğini düşünerek hüzünlü adımlarla ilerlemeye devam ediyoruz. Etrafımızda bin bir renkte dokunmuş bir kilim gibi görünen dükkanların arasından. Çanta yapımındaki kalitesiyle adını duyurmuş Uzunçarşı caddesine doğru yol alıyoruz. Her sokağında yer alan işyerlerinin çoğunun artık tekstil dalında faaliyet gösterir duruma geldiğini görüyoruz . Çıtçıt, düğme, kemer,  asker ve polis kıyafetlerinin yanında av bayileri de gözümüze çarpıyor.



Yol sağa doğru genişliyor. Kavak ağaçlarından gelen bir ferahlık duygusu sarıyor içimizi. Banka binasının altında dükkanlar, minare boyu kadar büyük bir ağaca sarmaşık sarılmış. Birkaç tane yemyeşil ağaç. Civarda plastik eşyalar satan dükkanlar. Terlikçiler, ahşaptan hediyelik eşyalar. Eşyalardan dükkan görünmüyor. Taş, tuğla, ahşap uyumu insanı büyülüyor. Yol yeniden daralıyor. Sandalyeler, renk renk tahta kaşıklar, aksesuarlar, askılar, iplere asılı tüylü oyuncak hayvanlar, çakmaklı arabalar, süpürgeler, boyacı sandıkları derken enteresan ve flu bakışlarımızla semtin yokuş yukarı sokaklarında taş ve ahşap mekanların arasında bir süre kayboluyoruz. Kalabalığın arasında, uğultu ve ayak seslerinin arasında kaybolmamak mümkün değil.

Korna seslerinin arasında elimizde fotoğraf makinemizle ellerinde poşetlerle gezen insanların arasında ilerlerken tenleri farklı farklı renk tonlarında olan yabancı turistlerin çarşıya olan ilgiside gözümüzden kaçmıyor.

Hanlar semti olarak da bilinen Mercan’da dükkanlar ve iş merkezlerinin yanında; Büyük Valide Han, Sümbüllü Han, Büyük Yeni Han, Caferiye Han, Kızılay Han gibi hanlar da Bizans ve Osmanlı dönemlerinin ticari ihtişamını yansıtıyor. Çoğu bugün alışveriş merkezi olarak, çay bahçesi olarak kullanılan hanlar Mercan’a gelecek misafirlerini bekliyor.



Birbirinden farklı yüzlerce insanın arasında her türlü ihtiyaca yönelik yüzlerce ürünün yer aldığı mercan sokaklarında geçmişten izleri görmenin nerede ise zor olduğunu düşünüyoruz kendimizce. Muhabbet ettiğimiz, selam verdiğimiz her esnafın hüzünle anlattıklarına şahit olurken, semtte ayakta kalan tarihi hanların, hamamların, camilerin son dönemlerde sahiplenerek yaşamın içine daha fazla katıldığını, ancak eski dostluk, ahbaplıklardan arındırıldığı düşüncesi yer alıyor zihinlerimizde.
Çarşının gizemli sokaklarında ruhumuzu çantamıza koyup ilerlerken yoğunluğun azaldığını hissediyoruz.

Mercan yokuşundaki günün hararetini süpürgesi ile temizleyen görevlinin süpürdüğü şeyler; sanki zamanmış gibi geliyor insana. Zamanın akışkan olduğunu unuttuğumuzdan olsa gerek vaktin iyiden iyiye ilerlemiş olduğunu fark ediyoruz.

Dev bir çınar ağacı gibi tarihin derinliklerinden gelen, bir ticaret merkezi olan mercandan ayrılırken, yüzümüze yansıyan semtin yorgunluğu ile tarihin ve kültür çeşnisi çarşının dar sokaklarında dönüş planları yapıyoruz. Göğün mavisi kadar özgür güvercin ve martıların arasından ayrılıyoruz buradan.



Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

POPÜLER KÜLTÜR VE SİNEMA

“Televizyon: Öldüren Eğlence” Neil Postman