POPÜLER KÜLTÜR VE SİNEMA



POPÜLER KÜLTÜR KAVRAMI

Popüler kültürün, seçkin kültürün altında halk kültürünün üstünde, en genel yasama alıskanlıklarının görsel ve sözel olarak yeniden üretilmesini saglayan bir kitle kültürünü kapsadıgı söylenmektedir. Popüler kültürün tanımı üzerinde arastırmacılar arasında tam bir anlaşma saglanamamaktadır Popüler kültürün tarihine baktıgımızda en geniş tanımıyla popüler kültürün tarihinin, sınıflı toplumların tarihi kadar eski oldugu görülmektedir. Çünkü bir açıdan bakıldıgında popüler kültür gündelik yasamın kültürü olarak adlandırılmaktadır. Dar anlamıyla popüler kültür, emegin gündelik olarak yeniden üretilmesinin bir girdisi olan eglenceyi içermektedir. Genis anlamıyla ise belirli bir yasam tarzının ideolojik olarak yeniden üretilmesinin ön kosullarını saglamaktadır. Popüler kültür gündelik ideolojinin yaygınlasmasına ve onaylanmasına ortam yaratmaktadır. Toplumların kültürleri ayinlere, sekillere ve eylemlere göre degerlendirilmektedir. Evlenme  oranlarından spora, eglence anlayışından cinsel adetlere kadar toplumda yasayan insanların  asamına belli bir sekil ve kalıp vermek üzere yaratılan her sey bu degerlendirmenin unsurları arasında bulunmaktadır. Popüler kavramı “halk”, “nüfusun büyük çogunlugu”, “halk/çogunluk tarafından”, “halk/çogunluk için” terimlerini içine almaktadır. Bu nedenden dolayı kavramın ilk bakısta verdigi anlama göre popüler kültür beli bir grubun ürünü olmadıgı gibi belli bir grubun sahipligini de içermemektedir. Popüler tam olarak herkesin olmasa bile hemen hemen herkesindir. Kavram sasırtıcı derecede kitle kültürü, folklor, isçi sınıf kültürü ve alt grupların kültürü ile çakısmaktadır. Popüler kültür aynı zamanda din, edebiyat, dans, sarkı, film, gazete gibi yerel ve ulusal tabanda genis bir alanı kapsamaktadır. Popüler kültürün bu tür ele alınmasıyla karsımıza en yaygın olarak “popüler kültür modern toplumda devam eden halkın kültürüdür” tanımı ortaya çıkarmaktadır. Ancak nasıl ki fabrikada çalısan isçi fabrikayı belirtmek için “bizim fabrika” dese de o fabrika onun degil, onun varolus biçimimin belirlendigi yer ise, popüler kültür ürünlerini tükettigi için, satın alıp kullandıgı ve benim dedigi için popüler kültür o sınıfa ait olarak degerlendirilmemelidir. 19. yüzyılın ortalarında popüler kültür diye adlandırılan kültürle, klasik kültür arasındaki ayrım çok fazla belirgin olmadıgı görülmektedir. Kitlesel izleyicinin artısı, sinemalar, ses kayıt cihazları, yayıncılık gibi yeni medya araçlarının ortaya çıkısı popüler kültür endüstrisinin gelistirmek için çok büyük fırsatlar olusturmustur. Yüksek, orta ve alt katmanların belirmesiyle Amerikan kültürü, kökleri Avrupa sanatsal geleneklerine dayanan yüksek kültür ve Amerikalıların gündelik gereksinimlerine yanıt veren popüler kültür olmak üzere ikiye ayrılmıstır. Popüler kültürün bu yeni asamasının özellikleri kaynasma, dönüsüm ve sentezdir. Varlıklı gençleri kapsayan genis bir izleyici kitlesinin saglayacagı kazanç amacıyla yürütülen en genis kitleler için yaratılarak onlara sunulan Hollywood stüdyoları, radyo televizyon agları, yayıncılık birlikleri gibi yeni kurum tiplerinin  gelismesine yol açmıstır. Medyanın içeriği izleyicilerin önemli bilesenlerini olusturan kadınlar ve gençler için yeni bir gerçeklik yaratarak çıkarlarına göre yeniden biçimlendirilen gelenekler gelistirerek, giderek farklılasan bu izleyicilerin degerlerine ve çıkarlarına daha duyarlı hale gelmistir. Yeni medya biçimlerini birbirinden farklı Amerikan azınlıklarını tek bir potada eriterek pek çok Amerikan kültürünü sentezlemis oldugu söylenebilmektedir. Kitle ile seçkin arasındaki fark gözle görülür bir biçimde ilk kez aydınlanma sonrası çagda görülmeye baslamıstır. Bu tabanların kültürel farklılasması eglence ve sanat arasındaki farkın içinde odaklanmaktaydı. Tarihte “kitle” kavramı üzerine düsünmek ilk kez bu döneme rastlamaktadır. Bu çagın düsünürleri daha çok eğlencenin ahlaklılık derecesi üzerine çalısmaktadırlar. Geçmis çaglarda kültürler arasında böylesine kesin bir çizgi ile ayrıma gidilmistir. Daha sonraki yıllarda bu kadar keskin olmasa bile popüler kültür kelimesini anlatmak için kültürler arasında seçkin kültür, halk kültür ve popüler kültürü içine alan kitle kültürü ayrımı sıkça karsılastırılan bir sınıflandırma olarak karsımıza çıkmaktadır. Ancak hızla gelisen çagımızda bu ayrım da geçerliligini yitirmeye baslamıstır. Popüler kültür kavramı üzerine birçok literatür bulunmasına ragmen elestirmenlerce bu kültürün ortak kabul gören bir tanımına ulasılamamıstır. Ancak en genel tanımıyla popüler kültürün; kökleri yerel geleneklerde bulunan halk inançlarını, nesnelerini ve pratiklerini, keza siyasal ve ticari merkezlerde üretilen kitlesel inançları, pratikleri ve nesneleri içerir; popüler kültürün içeriginde popülerlesmis seçkin kültürel biçimlerin yanı sıra müze gelenegi düzeyinde yükseltilmis popüler biçimleri de. Kültürel Çalısmalar popüler kültürü “yanlıs bilinç” olarak degil “halkın sesi” olarak görmektedir. Özellikle tüketilme anında halkın bilinçli tercihine dikkat çekerek, popüler kültür alanı içerisinde yapılan tercihlerle özgür seçim olanaklarına vurgu yapmaktadır. Popüler kültür ve onun tasıyıcıları piyasaya aracılık yapsa da tüketim ideolojik bir eylemdir. Yorumlama, tartısma ve anlamlandırma sürecinde tüketicilerin kendilerinin de ortaya sürdügü bir anlam bulunmaktadır. Tüketim ve pazar tercihi, aynı zamanda bir estetik seçim ve kültürel yargı sorunu olarak görülmektedir. En “akılsız” tüketici bile bir tartısmaya mutlaka taraf olmaktadır. Tüketici popüler kültür ürünlerinden etkilense, popüler kültür tarafından yönlendirilse bile muhakeme yetenegini kullanarak kararı yine kendisi vermektedir. Bireyler seçimleri konusunda çok aktif olmasalar bile dogrudan pasif bir konumda da bulunmamaktadır. Popüler kültürü halk ve yüksek kültüre karsıtlıgıyla tanımlayan kimi popüler kültür elestirilerinde popüler kültürün özgül dinamigi ile sekillenen bir etkilesim gözden kaçırılmaktadır. Popüler kültürün kültürel deneyim ideali eglenme ve oyalanma olarak görülmektedir. Bu kültür gündelik hayatın ritmiyle iç içe geçmis hazlar saglamakta, coskusal doyumu arttırarak disiplin oyununu mesrulastırmaktadır. Kitle kültürü bir yandan esitlik ve demokratik hoşgörü yanılsamasını beslerken, diger yandan da iktidarın birkaç elde toplanmasının totaliter kosulları ve etkinlikleri de yaratmaktadır. Gelisen yüzyılda niteliklerin nicelikle yer degistirmesi sonucunda, üreticiler ve dagıtıcılar homojenlestirilmis, çogunluga ulasmıs kitlesel yeniden üretim araçları yaratıcılıgı ve farklılıgı ortadan kaldırmıstır. Kitle kültürü hiçbir konunun fazla karmasık olmaması yolundaki tezi sayesinde sıradanlığı yüceltilmis sıradan insanlar toplumsal karar alma süreçlerinde etkin katılımcılar olmaktan çıkartılarak gerçeklikten kaçan edilgen tüketiciler konumuna getirilmiştir. Endüstri toplumlarında popüler kültür kendi özüyle çeliskili bir halde bulunmaktadır. Bir yandan popüler kültür bir endüstri haline getirilmekte, kar güdümlü sirketler tarafından üretilip dagıtılmakta, bir yandan da halkın malı olarak görülmektedir. Popüler kültür tüketim degildir, toplumsal bir sistem içerisinde anlamları ve hazları yaratan onları dolasıma sokan etkin bir kültür olmaktadır. Kültür yasayan bir süreç oldugu için yalnızca kendi içerisinde gelismekte dısarıdan ya da yukarıdan dayatılamamaktadır. Popüler kültür gündelik yasam ile kültür endüstrisi ürünleri arasında bulunan ortak bir alanda halk tarafından olusturulmaktadır. Kısaca özetlersek Popüler kültür, sıradan olan, gündelik yaşamda etkin olan, sokaktaki adamın dünya algısıdır diyebiliriz. Bu tanım çok genel olmasına ve teknik bir tanımlama olmamasına rağmen işlevsel bir yönü bulunmaktadır. Popüler kültür belirli bir dönem içersinde toplum tarafından beğenilen ve sahiplenilen öğelerin bütünüdür. Kültürel öğelerin beğenildiği dönemleri kesin hatlarla belirlemek mümkün olmasa da beğeni konusu kültürel öğelerin değişimi bu tanımı güçlendirir niteliktedir. Tarih boyu popüler kültür halka ait kültür olarak görülmüştür. Bu bakış açısı zaman zaman daha az nitelikli olarak algılanmasına sebep olmuşsa da içinde bulunduğumuz çağda toplumsal beğeninin kültürel öğelerin üretimi ve bir endüstri olarak tüketiminde etkili olduğunu söylenebilir.

Sinema Kavramı
Sinema temel olarak hareketi fotoğraflarla sağlama sanatıdır. Hareketli görüntüyü oluşturan şey ise ağ tabaka izlenimi dediğimiz gözümüzün bize oynadığı bir oyundur. Bir fotoğraf karesi saniyenin belirli bir süresinde görme merkezinde kalır eğer bu süre içerisinde yeni bir fotoğraf karesini görürsek ağ tabakası bunun bir fotoğraf karesi olduğunu algılayamaz ve biz görüntüyü hareketli olarak görmeye başlarız. Sinematografı icat etme onuru bir Fransızlara aittir. Lumiere kardeşler (1864-1948) tarafından kamuya açık ilk gösteri 22 Mart 1895 tarihinde Bilimler Akademisi Başkanı, astronom Mascart'ın başkanlık ettiği Ulusal Sanayiyi Özendirme Derneği üyeleri önünde yapılmıştır. Lumiere kardeşlerin sinematografısi, aynı yılın 28 Aralık tarihinden itibaren Paris'teki Grand Cafe'nin bodrum katında halka açık gösterilerde kullanılmaya başladı. İlk filmler açık havada çekildi; ne senaryoları vardı ne de yöneticileri. Bunlar belgesel türde röportaj filmleri, belgeseller, günlük hayattan sahneler, saptayan filmler ve aktüalite filmleriydi. Fransa'da, ama onun yanısıra Almanya'da, İngiltere'de ve Birleşik Devletler ‘de sinema kısa sürede panayırların en çekici gösterilerinden biri oldu. Fakat 1895 yılına gelindiğinde Georges Melies isimli bir adam, Lumiere Kardeşler'in ticari geleceği olmayan bilimsel bir merak konusu olarak gördükleri bu yeni tekniğin önündeki parlak geleceği herkesten önce fark etti. 1914 yılına kadar dört yüzün üzerinde film çekti. Bunlardan bazıları yedi yüz metre uzunluğa erişiyordu. Melies'in 1902 yılında çektiği Aya Seyahat, bugün ticari değer taşıyan ilk gösteri filmi olarak kabul edilmektedir. Sinema sanatında bugün dahi kullanılmakta olan birçok tekniği Georges Melies'e borçluyuzdur. Sinemanın ticari yararlarından ilk istifade eden kişi ise kuşkusuz Charles Pathe'dir. 1900 yılında Vincennes'te bir film üretim şirketi kurmuş, firmasını kısa sürede büyütmüş ve sinemayı tekeline almayı başarmıştır. Yalnız çekim ve gösterim malzemesi üretmekle kalmamış, ham film üretmiş, filmlerin banyo edilmesi için atölyeler kurmuş, hemen her yanda stüdyolar oluşturmuş, kendi filmlerinin dağıtımını da yine kendi şirketleri aracılığıyla gerçekleştirmiştir. Ayrıca çok sayıda sinema salonu da açmıştır. Böylesine parlak bir başarı birçok başka girişimciyi de etkiledi. Kısa süre sonra bir başka yapımcı, Leon Gaumont sektörde Pathe'nin ilk rakibi oldu. Vincennes Şirketi, 1900 yılından sonra William Paul, Williamson, G.A. Smith, Urban gibi isimlerle ve İngiltere'deki ve özellikle 1905 ile 1910 yılları yerleşik sinema salonlarının beş yılda bin kat arttığı Birleşik Devletler'deki yabancı rakipleriyle başetmek durumundaydı. 1908 yılından Birinci Dünya Savaşı öncesine kadar, önce tiyatro eserlerinin sinemaya uyarlanması yönünde bir furya başladı. Bu furyanın en kalıcı etkisi, edebiyat çevrelerinin ve aristokrat zümrenin dikkatini bu yeni sanata çekmek oldu. Kısa sürede Fransız tiyatrosunun neredeyse bütün eserleri sinemaya aktarıldı. Böylece yıldız aktörlerin saltanat dönemi başladı. Bu burjuva sinemasının en ünlü sanat filmi, hiç kuşkusuz Charles Le Bargy ve Andre Calmettes'in Guise Dükünün Katli (L'Assassinat du Duc de Guise - 1908) adlı filmleridir.     
                                                      
Filme alınan tiyatrolar modasının ardından sine-roman modası başladı. Victorin Jasset, birkaç bölümlü seri filmleri icat etti ve Eclair firması için 1908 yılında büyük başarı kazanan ilk polisiye serisini, Nick Carter'ları, ardından Zigomar serisini ve 1913 yılında Protea'yı çevirdi. Çok sayıda film çevirmiş olan Jasset'nin eserleri arasında oldukça başarılı Zola benzeri natüralist dramlar bulunduğunu da hatırlatalım. Filmlerinin hemen her yerine çıplak kadınlar koyan, akılcı ve nevrozlu bir yönetmen olan Jasset'in anımsatılması gereken bir diğer özelliği de tüm filmlerinde Josette Audriot isimli bir oyuncuya yer vermesiydi. Jasset'in yanı sıra anımsanması gereken bir diğer yönetmen de, 1911 yılından sonra Fantoma (1913-1914), Judex (1916), Vampirler (1915-1916) başta olmak üzere birçok ünlü seriler çeken ve sine-romanlar çeviren Louis Feuillade'dır.Yine de üretime sine-romanlardan çok, güldürü filmleri egemendir. Bu tür filmlerde bir yandan sinemanın bütün olanaklarını keşfeden, bir yandan da Fransız komedi ustalarının özelliği olan yaratıcılığı kullanan Fransız güldürü okulu, dünyada üstünlüğünü kabul ettirmişti. Max Linder bize birçok büyük başyapıt armağan eder: Max ve Açılış (1910), Kınakına Kurbanı Max (1911) gibi. 1912 ve 1913 yıllarında dünya çapında bir yıldız olan Max Linder'in beyaz perdenin en komik aktörlerinden biri olduğu tartışmasızdır.

 Bu yıllarda sinema, dünyanın hemen her yerinde gelişmektedir. Danimarka, İsveç ve özellikle yapımcıların doğal dekor ve sinema yönetmenliğinin tüm imkanlarını sonuna dek kullanabildikleri İtalya bunların başında gelir. P. Pastrone'nin Pompei'nin Son Günleri ve özellikle Cabiria'sı (1913), ayrıca 1914 yapımı, dinginliği ve gerçekçiliğiyle bambaşka bir özgünlük kazanan Martoglio'nun Karanlıkta Kaybolmuşlar'ı bu dönemde çevrilmiş en dikkate değer İtalyan filmlerinden birkaçıdır. Birleşik Devletler'de ise David Griffith ve Mack Sennet gibi son derece başarılı yönetmenler, oldukça etkileyici sahneleme teknikleri kullanarak uzun metraj filmler çevirmektedirler. Ancak sinemanın bu tabii seyri tüm dünyayı alev gibi saran Birinci Dünya Savaşı ile birlikte bambaşka bir mecraya girmiştir. Bunun dışında yeni yeni gelişen sinemanın üzerine oldukça kafa yorulmuş ve üzerine birçok anlam yüklenmiştir. Bu ampirik çok anlamlılık, sinemayı teorik olarak düşündüğümüzde de değişmemiştir. Elie Faure, sinemayı eski Hint tapınaklarının mistik etkisine denk gelen bir güçle yeni bir insanlık yaratacak kolektif bir ütopya olarak görüyor. Dziga Vertov, sinemayı, gelecek kuşakları yaşlı kapitalizmin tüm alışkanlıklarından kurtarıp, yeni bir toplum yaratacak bir mekanik-göz olarak selamlıyor. Louis Delluc, sinemayı her türlü ütopik ve teknik ayrımının ötesinde yaşamın tam da kendisi olarak niteliyor. Stanley Cavell, Delluc’ü takip ederek, sinemayı günlük sıradan yaşamın, yani yaşadığımız dünyanın projeksiyonu olarak değerlendiriyor. Sinema bir sanat fikri olarak ele alındığında da bu çok anlamlılık yine devam ediyor. André Bazin, sinemayı, diğer tüm sanatları içinde barındırdığı için, “saf olmayan” (impure) yani çokluk içeren, gücünü de bundan alan bir sanat olarak tanımlıyor. Alain Badiou, Bazin’in izinden giderek, sinemayı sanatsal hiçbir özelliği olmayan her türlü malzemeyi kendi adına kullanarak diyalektik bir iç çatışmayla vücut bulan, “tözsüz” (inessentiel), bu nedenle de ölümsüz bir demokratik sanat olarak niteliyor. Jacques Rancière, sinemayı, onun kendi doğasına içkin olan bu diyalektik çatışmanın hem yaşatıldığı hem de sürekli olarak karşılıklı bir biçimde yadsınarak ayrımsız bir hale getirildiği bir estetik sanat, bir “engellenmiş” ardışıklık, yani bir aykırı mutos (fable) olarak değerlendiriyor. Jean-Luc Godard ise, Histoire(s) du cinéma (1988-1998) adlı destansı filminde, olgusal ve fikirsel niteliklerden öte, sinemaya tüm çelişkilerin aşıldığı mistik bir varoluş olarak bakıyor. Godard, Stéphane Mallarmé’nin “gizem” kavramını alıp, ona Jean Epstein ve Elie Faure’un sinema sanatına verdikleri Nietzscheci değeri yükleyerek “sinema ne sanat ne tekniktir, bir gizemdir” diyor. Sinemanın başlıca işlevlerini bir sanat olmasıyla birlikte kendine özgü kuralları bulunan diliyle duyguları düşünceleri anlatan bir etkileme ve eğlence aracı iletişim eğitim-öğretim araştırma ve bir propaganda aracı olarak kullanılması görülmektedir.Sinema büyük kitlelere ulaşma olanakları ile görsel işitsel ve psikolojik etki gücüyle kültürleme sürecinde kullanılabilecek çok güçlü bir araç para kazandıran büyük bir endüstri halini almıştır.

Bir Kitle İletişim Aracı Olarak Sinemanın Özellikleri
Sinema hem bir sanat hem de bir kitle iletişim aracı. Sanat özelliğini kendine özgü bir dili olmasından alıyor. Her sanatın olduğu gibi sinemanın da duygu ve düşünceleri anlatmak için kullandığı araçlar var. Çerçeve içindeki görüntü, kurgu, kamera hareketleri, ışıklandırma, ses, oyuncu ve dekor sinemanın anlatım araçları. Bu araçların estetik bir bütünü oluşturmak için yaratıcı bir biçimde kullanılması sinemayı sanat yapıyor. Sinema aynı zamanda bir kitle iletişim aracıdır. Filmler haber vermedikleri, olayları canlı yayınlamadıkları hâlde, sinemayı, kitlesel bir iletişim biçimi olarak nitelendirmemizin başlıca nedenleri şunlardır:
– Seyircinin kolay tükettiği popüler filmler yığınlara ulaşır. Sinemanın ilk dönemlerinden bugüne, filmler, yalnızca kendi coğrafyalarında değil dünyanın pek çok yerinde kitlelerle ulaşmaktadır. Pazarlama yöntemleri, kültürel yayılma gibi etkenleri göz ardı ederek düşünecek olursak; filmlerin, insanları gerçek hayattan kopartıp kurmaca bir dünyanın gerçekliğine inandırması; insanın yerel ve evrensel kaygılarını, çatışmalarını, etkileyici biçimde anlatması bu filmleri yığınlarla buluşturan nedenlerdendir.
– Sinema, kitlelere ucuz bir eğlence sunar. Her sınıftan insanın yalnızca bilet parası ödeyerek elde edebileceği bir eğlence biçimidir. Özellikle ABD’deki gibi büyük film endüstrileri, eğlence endüstrileri olarak gelişmiştir.
– Sinema, görüntü ve ses teknolojilerini kitlesel ortamlarda (salonlar, açık alanlar vb.) iletileri gönderebilecek şekilde kullanır. Sinemanın 19. yüzyıldaki boş zaman etkinliği kalıplarını değiştirerek kitle eğlencesine dönüşmesi, filmlerin çok sayıda seyirci tarafından aynı anda ve ortamda izlenmesini sağlayan teknolojiyle mümkün olmuştur. Bu teknoloji; perde, yansıtma cihazı ve ses sisteminden oluşur.
– Film seyretmek insanın boş zaman etkinliklerinden biridir. Televizyonun yaygınlaşmasına, ülkemizde 70’li yılların ortalarına, kadar, sinemaya gitmek en popüler boş zaman etkinliklerinden biri hatta belki de en yaygın olanıydı. Günümüzde, yeni iletişim teknolojileri seçenekleri çeşitlendirse de sinema salonuna giderek ya da evdeki bilgisayar, televizyon, DVD oynatıcısı gibi cihazlarda film seyretmek hâlâ popüler bir boş zaman etkinliğidir.
– Sinema, medya kültürünün başlıca ögelerinden biridir. Medya kültürü, gazete, dergi, kitap, televizyon, radyo, sinema, internet ve diğer çoğaltma teknolojilerinde belli zamanlarda belli konuların, kişilerin, sunuş biçimlerinin, düşüncelerin yer almasıyla oluşur. Her konuda kamuoyu yaratan, gündemi, eğilimleri ve tarzları belirleyen iletiler bütün medya içeriklerine yayılır. Sinema da bu kültürün önemli bir parçasıdır. Örneğin; küresel ısınma konusu Oscar töreninde, bu konuda yapılmış filmde, televizyon, gazete haberlerinde, dergi kapaklarında, konserlerde ve bunların televizyon ya da internet üzerinden yapılan yayınlarında, tüm dünyaya pazarlanan DVD kopyalarında, radyo programlarında, internet sayfalarındaki reklamlarda, yazı ve haberlerde yer almıştır. Konunun sunuş biçimi, popülerleştirilmesi günümüzün medya kültürüne bir örnektir.
– Sinema, diğer kitle iletişim araçlarındaki içeriklerden biridir. Film endüstrisinin çıktıları televizyon, gazete, radyo, İnternet ve dergilerin içerikleri arasında yer alır. Örneğin; gösterime girecek bir filmin konusu, oyuncuları ve yapım sürecine ilişkin enformasyon, televizyon ve radyo haberlerinde, sohbet ve eğlence programlarında, gazetelerin kültür, sanat, magazin sayfalarında, dergilerde, İnternet sitelerinde yer alır. Başka bir deyişle sinema endüstrisiyle ilgili çok sayıda enformasyon, kitle iletişim araçlarının içeriğinde yer ve zaman kaplar.
– Diğer kitle iletişim araçları ve ortamları film endüstrisinin ürünlerinin kitlelere ulaşmasında rol oynar. Film endüstrisinin çıktıları diğer kitle iletişim araçlarıyla kitlelere duyurulur. Filmlerin pazarlanmasında kullanılan yöntemler ve araçlar diğer kitle iletişim araçlarının özelliklerine göre tasarlanır. Filmin fragmanı televizyon programlarında gösterilir, internet sitelerinde izlenebilir, filmin müziği (soundtrack) CD’lere basılıp satılabilir; radyo ve televizyonda yayımlanabilir; müziklerin video klipleri televizyonda gösterilebilir ve internette görülebilir. Filmle ilgili her tür enformasyonun televizyon haberlerinden dergi sayfalarına kadar pek çok içeriğe girmesi sağlanır.
– Filmler uzmanlaşmış kişiler tarafından pahalı ve karmaşık teknolojiler kullanılarak üretilir. Sinema filmleri, ister geleneksel teknolojiyle ister sayısal film teknolojisiyle üretilsin film endüstrileri ve popüler sinema, uzmanlaşmaya dayalıdır. Filmlerin maliyetlerini karşılayacak kaynakların bulunmasından gösterimin yapılmasına kadar her tür iş, uzmanlaşmış ve ya da teknolojiyi kullanabilen kişilerce gerçekleştirilir.
– Sinema; üretimi, dağıtımı ve gösterimiyle bir endüstridir. Her bir alan, kendi içinde oldukça kapsamlı ve uzmanlığa dayanan iş kollarını barındırır. Çanı sıra, her bir iş kolu olmadan ya da her bir endüstriyel alan olmadan diğeri iş göremez. Her biri, teknolojinin üretimiyle, geliştirilmesiyle yakından ilişkilidir. Örneğin; optik ve elektronik teknolojiler filmlerin üretiminde kullanılan kameraları, gösterimde kullanılan ses ve yansıtma cihazlarını, dağıtımdaki pazarlama yöntem ve araçlarını doğrudan etkiler ve besler.
– Sinema, toplumların pek çok konudaki modalarını etkiler. Filmlerdeki oyuncuların saç biçimleri, giyim tarzları, yürüme ve konuşma biçimleri, duygularını ifade ederken kullandıkları mimikler ve benzeri özellikleri, sinemanın ilk günlerinden beri, kitleler tarafından rol modelleri olarak görülmüş ve taklit edilmiştir. Ev içi düzenlemeleri, alışkanlıkları, arabalar, müzik ve daha pek çok alandaki modalar filmlerle yayılmış hatta başlamıştır.

Popüler Kültür ve Sinema
Popüler sinema terimi, kitlelere çekici gelen, kolay anlaşılan ve yaygın olarak tüketilen filmleri, bunların üretim, dağıtım ve gösteriminde egemen olan tarzları, seyircinin alışkanlıklarını ve beklentilerini, film yıldızlarının magazinlere taşınan özel hayatlarını, tür filmlerini, kısacası medya kültürünün bir parçası olarak sinemanın bütün ögelerini ifade eder.
Popüler sinema dünyanın her yerinde toplumsal düzenden yana filmler üretir. Ancak bu basit ve açık bir biçimde gerçekleşmez karmaşık bir ilişkiler ağı içinde değişken bir tarzda olur. Sinema, popüler kültürü bir yeniden-inşa sürecine tabi kılan çok temel bir çerçeve sağlamaktadır. Sinema modern zamanlarda seyirlik bir meze olmaktan ziyade temel bir sosyalleşme ve kimlik edinme mekanizmasını içinde barındırmaktadır. 

Bu onun kitlelerin algısının dönüştürmesi noktasında popüler kültürü kurucu bir vasfa sahip olduğunun işaretidir. Popüler filmlerin özünde tutucu nitelikler ağır basmaktadır. Popüler filmlerin kültürel biçimler ,olarak ideoloji ve söylemler düzeyinde incelenmesi daha fazla anlam kazanmakta ve geleceğe yönelik planlamalarda daha çok yardımcı olmaktadır. Popüler sinema alanında değişmeyen iki şey varsa bunlardan biri kar amacı öteki de bu konudaki tahminlerin gerçekleşme garantisinin olmamasıdır. Popüler kültür ürünlerinin karakteristiklerinin sunulmasında ve aktarılmasında sinema ürünlerini bu kapsamda değerlendirmek mümkündür. Sinema günümüzde belki de en rahat olarak ulaşılabilen kültürel ürünlerdendir. Sinema ürünleri yapım şirketlerine ait tescilli fikir sanat eserleridir. Bu ürünler belirli dönemler için lisanslanabilmekte ve dağıtılmaktadır. Sinemanın yalnızca sinema salonlarında değil sayısal platformlar (televizyon - bedava ve ücretli tv), internet ve video müzik endüstrisi aracılığıyla dükkânlar üzerinden dağıtılması mümkündür. Sinemaya ulaşmak için bilet satın almak ya da televizyon sahibi olmak yeterlidir. Popüler kültür ürünleri kar amaçlı olarak hazırlanmaktadır. Sinema eserleri de bu anlamda karlılık için üretilmektedir. Sinema her ne kadar teknolojinin sağladığı olanaklar sonucunda sanatsal kaygılarla gelişmeye başlamış bir alan olsa da ticari bir meta olarak değer taşıdığının keşfiyle profesyonel bir sektör haline gelmiştir. Kültürel değerlerin kullanıldığı ve yeniden üretildiği bu alanın ürünleri ciddi ekonomik çalışmalar sonucunda profesyonel olarak pazarlanmaktadır. Bu ürünleri yüksek bütçelerle büyük yapım şirketleri hazırlasa da ürünler aslen orta ve  düşük gelir düzeyine sahip toplumun geneli için üretilmektedir. Bu fark üretenle tüketenin eğitimi ve kültürü alanında da kendini göstermektedir. Gerçekten de halkın geneline hitap eden sinema eserlerinin temel bir iletişim stratejisi olarak kolay anlaşılabilir olduğunu söylemek mümkündür. Bu eserlerin ürettiği söylem değişik yaş, eğitim, kültür ve cinsiyet grupları tarafından rahatlıkla okunabilmektedir. Sinema eserleri üzerine yapılan kültürel analizler bu ürünlerin ürettikleri değerleri de analiz etmektedir.,Bu bağlamda tüm popüler kültür ürünlerinde olduğu gibi sinema eserlerinde de belirli tiplerin üretildiği, bunların, yeniden şekillendirildiği üzerinedir. Film endüstrisinin çarklarını döndüren, büyük ölçüde, popüler filmlerle onların diğer kitle iletişim araçlarında ve eğlence pazarındaki uzantılarıdır. Popüler sinema kâra yönelik, ticari sektörlerin ürünüdür. Bu nedenle aynı zamanda medya kültürünün tüketicisi olan büyük seyirci kitlelerini hedef alır. Film şirketleri olabildiğince çok seyirciyi sinema salonuna getirebilecek , VCD, DVD kopyaları, video oyunları, tişörtler, dergiler, oyuncaklar gibi yan ürünleri satın almaya güdüleyecek, eğlendirecek filmler üretmeye çalışırlar. Çüksek kâr beklentisi onları satış garantisi olan filmler yapmaya yöneltir. Tür filmleri ve anlatı kalıpları, yıldız oyuncular, gerçeklik izlenimi satışı belli ölçülerde garantilemenin başlıca yollarıdır. Sinemanın doğasına ilişkin bir halde olan diğer bir önemli boyut ise onun bir sosyalleşme sürecini içinde barındırmasıdır. Bu açıdan Hollywood filmleri sadece belli imajlar ve belli algı kalıplarını üretmekle kalmaz, aynı zamanda yeni öznellik kalıpları ve özneler de yaratır. Bu durum sinemanın popüler kültürle olan ilişkisini kurar. Sinema bize zaman ve mekân çizerek yapay bir gerçeklik algısı sunmaktadır.

 Bu gerçeklik ile beraber sinema bize ayrıca bir çağrıda bulunmakta. İnsanlar ise sosyal ve ekonomik sıkıntılardan uzaklaşmak için sanal gerçeklikle buluşmak için sinemaya gidiyor ve film izlemeyi tercih ediyor. Günümüz dünyasında insanların yüksek bir kısmi gündelik gereksinimlerini bu yapay gerçeklik ile karşılamakta. Bu da insanların kimliklerinin bu araçla oluşmasına sebep oluyor. Yani insanlar sürekli film izlemekle beraber, ona sunulan dünyayı arzuluyor ve ona gösterilen karakter gibi yaşamayı hayat felsefesi haline getiriyor. İzlediğimiz sinema filmleri genellikle bir veya birkaç senarist tarafından yazılmaktadır. Senaristler tarafından yazılan filmlerde islenecek olan konulara bakış açısını ise sadece senaristler belirler ve filmde sunulan sanal gerçeklikte bu fikre göre oluşur. Örneğin günümüzde insanlara “2. Dünya savaşı hakkında ne biliyorsunuz?” diye soru sorulacak olunsa, insanların çoğu o dönemde Yahudilerin Hitler tarafından sistematik bir şekilde katledildiği cevabi alınacak. Oysa ikinci dünya savaşında Hitler sadece Yahudileri değil, kendisine ve partisine muhalif insanları, çingeneleri, yardıma muhtaç ve sakat insanları da katletmiştir. Ayrıca ikinci dünya savaşında ABD, Japonya’nın Hiroşima ve Nagazaki kentlerine atom bombası bırakarak büyük bir faciaya sebep olmuştur. İnsanların ikinci dünya savaşı hakkında sadece bir olay üzerinde durmasının sebebi ise dönem hakkında sadece Yahudilerin soykırımı hakkında filim yapılmasıydı. Kültür endüstrisi Hayat güzeldir (Life is Beatiful), Piyanist, Çizgili Pijamalı Çocuk (The Boy in the Striped Pajamas) ve Karanlıkta Kalanlar (In Darkness) gibi Yahudi soykırımını konu alan filimler hazırlayarak insanların bilincine 2. Dünya savaşında sadece Yahudi soykırımı gerçekleşmiş algısını empoze etmekte.  Popüler endüstri ayrıca insanlara popüler olmayan araçların önemli olmadığı bilincini de aşılamaktadır. Bu alana örnek olarak çıkacak bir sinema film için aylar öncesinden yapılan reklamlar verilebilir. Kültür endüstrisinin hazırladığı bir filmin reklamı henüz daha film çekilmeden önce filmde oynayacak oyuncular açıklanır. Bu oyuncular da yine halk tarafından popüler sayılan oyuncular olur. Filim çekildikten sonra ise ilk önce filmin fragmanı yayınların ve izleyicide merak ve sabırsızlık duygusu gelişir. Ayrıca film çıkmadan önce yapılan bu tür hamleler toplum içerisinde beklenti oluşturur ve çıkacak olan filme gitmenin önemli olduğu bilinci gelişir. Popüler kültürün ürünü olan bu tür filmlere bu denli hazırlıklar yapılırken popüler olmayan ürünlere ise ayni hazırlık yapılmaz. Örneğin hiçbir ticari kaygısı olmayan sanat filmlerinin tanıtımı büyük ölçüde yapılmaz. Bu da toplum içerisinde bu tür filmlerin dikkate dahi alınmamasını sağlar. Yine filmlerde hayranlık duyulan karakterlerin senaryo gereği sürekli dışarıda ve tüketim içerisinde oldukları gözlemlenmekte. Örneğin Felekten Bir Gece (Hangover) adli filmde bekârlığa veda edecek olan bir karakter arkadaşlarıyla beraber evde bekârlığa veda partisi düzenlemek yerine dışarıya çıkmakta ve dışarıda sürekli tüketim halindeler. Yine ayni şekilde her ne kadar sinema filmi olmasa da How I Met Your Mother bu kapsamda örnek verilebilir. Dizinin konusu olan 5 ana karakterler her bölüm evde buluşmak yerine bir cafede buluşur ve içki tüketir. Bu tarz filmler ise toplumdaki “ev” algısını değiştirmeye hizmet eder. Filmlerde her bos vaktini dışarıda geçiren karakterleri gören topluluklar bu duruma özenir ve hayatını o sanal dünyadaki gibi şekillendirmeye çalışır. Bu da evin sadece yatıp kalkmak için bir mekân olduğu görüsünü yavaş yavaş geliştirir. 

Popüler endüstrinin zedelediği bir diğer yapı ise aile yapısıdır. Popüler endüstrinin ürünü olan filmlerde son zamanlarda ilişkilerde aldatmanın olağan olabileceği ve komik anlara sebep verebileceği mesajı verilmekte. Tıpkı yerli filmler arasında olan 2010 yapımı Herkes Mi Aldatır? Adli filmde olduğu gibi. Filmde evli ama çapkın bir erkek ile kocası tarafından aldatılan bir kadın, otelde bir araya gelir ve eslerini aldatırlar. Ertesi sabah evlerine dönen ikili eslerinin de birbirlerini aldattığını öğrenir. Fakat filmde bu durumun anormal ve yanlış olduğu gösterilmesi gerekirken durumun olağan olabileceği mesajı verilir. Bu da toplumda aldatmanın aslında pek te anormal bir durum olmadığı algısının oluşmasını sağlar.

Neden Sinema İzleriz? 
Sinema ürünlerinin genelinin toplumun tüketmesi için yapıldıklarını söylemek mümkündür. Çağımızın sanatı ve en büyük endüstrilerinden biri olan sinema, “hatırlamak” ve “anlatmak” gereksinimlerinin gerçekleştirildiği bir platform olarak tarih ya da geçmişle yakın bir bağ içindedir. Sinema çok boyutlu bir sanat alanıdır. Görsel işitsel yönleri mevcuttur. Sinema moda, sinema müzik gibi etkileşim boyutlarından bahsetmek mümkündür. Bu anlamda bir filmi izleyen kişi tüm bu alanlara ilişkin öğeler görebilmektedir. Ayrıca, sinema içinde geliştiği toplumu ilgilendiren ve dönemin başlıca siyasal, ekonomik ve ideolojik kuvvetlerinin şekil vermiş olduğu meselelerin anlık bir portresi olarak nitelendirilebilir.

Filmlerde sürekli akan imajlar düşünmeyi imkânsız hale getirmektedir, her kare bir önceki kare tarafından belirlenir ve izleyiciye gerçekliği nasıl yorumlaması gerektiğine dair belli bir bakış açısını dayatır. Bunun ötesinde, bu durum, geleneksel dönemin insanın anlatılana kendisinin varması için bir boşluk bıraktığını, filmlerin ise tam da bu boşluğu bırakmadıkları için izleyicilerini eylemsel ve düşünsel açıdan pasifleştirdiklerini belirtmektedir: “çünkü o görüntüdür; imajın doluluğu düşünme bilincimi pasifize eder.

Filmlerin doğalarına ilişkin bir halde olan bir diğer önemli boyut ise filmlerin bir sosyalleşme sürecini de içlerinde barındırmalarıdır. Bu açıdan Hollywood filmleri sadece belli imajlar ve belli algı kalıplarını üretmekle kalmaz aynı zamanda yeni öznellik kalıpları ve özneler de yaratırlar. Bu filmlerin kitlelere cazip gelmesinin tek sebebi piyasaya sürdükleri imajlar değildir. Onlar daha temel olarak belli bir “anlatı-bilinç” düzeyinde izleyenlere modern birey olma yolunda bir kimlik edinme olanağını ‘görsel bilinçaltı’ sayesinde olanaklı kılar. Bu durum gündelik deneyim ve algılamalarını modern paradigma etrafında örgütleyen öznelerin ortaya çıkmasını sağlar. Peter Berger ve Thomas Luckman a göre, kimlik edinme insanın çevresiyle iletişime geçmesi ve bu iletişimin sonucunda da çevrenin bu kişileri etkilemesi sürecinin bir diğer adıdır, yani kimlik edinme sosyal bir çabadır. Sinemanın günümüzde kitleler tarafından seyredilme yaygınlığı dikkate alındığında14 sinemanın kimlik edinme sürecini sağlayan çok temel çevrelerden biri olduğu anlaşılabilir.

Sinema filmlerinin toplumdaki algı biçimini belirlemesi, sadece belli bir geleneği iletmesi veya yeniden üretmesiyle alakalı bir durum değildir. Belki de daha da çok kültürel yapı olarak genel işlevi insanlığın varoluşsal sorunlarına bir anlam vermesi veya Clifford Geertz’in tespitiyle belli bir semboller örgüsü aracılığıyla hem dünyayı anlamada bir anahtar temin etmesi hem de bu dünya içerisinde eylem için belli kodlar icbar etmesi ise, o halde genel olarak teknolojinin, özelde ise sinema filmlerinin işlevlerini yerine getirdiği tespitinde bulunulabilir. Nitekim modern zamanların kitleleri modernite ile ilgili rüyalarını ve kâbuslarını kitle-iletişim araçlarınca sağlanan imajlar ve anlatılarla yatıştırmaya çalışmaktadırlar. Film izlemek,  izleyicileri biran için gerçek  kainattan  alıp  başka   bir dünyaya  uzaklaştırmanın  en kolay  yoludur.  Bu nedenle insanlar ara sıra  biran olsun  gerçek  dünya  ile  bağlantılarını   kesebilmek   için  video  izlerler.   Her ne kadar film bakmak Büyük   bir tutku   olsa da  yaşayacağınız  haz  tamamen   filmin  seçkinliğiyle   ilgilidir. Sinema filmine gitmek bu çağın kültürünün ana ritüeline katılmaktır ve filmler bizim din ve teoloji ile ilgili eleştirel ve yapıcı duyularımızın işlevini yerine getirerek bizim için hayal eder veya düşünürler. Sinema, insan düşünce ve eylemlerinin, eğlenceden hakikat arayışına kadar tüm veçhelerini taşır. Boş zamanlarda kendimizi, dertlerimizi unutmak için bir eğlence aracına dönüştüğü durumlarda, sanal bir hayat gibidir, gidip gidip kendisine sığındığımız. Sinema, böyle zamanlarda hayatı unutturma işlevi görür. Hayatın kendisinin yerine, göz boyama ya da bir uyuşturucu olarak sahtesini, sinema salonuna oturduğumuz kısacık zaman diliminde gözümüzün önünde inşa eder. Sinema tarihinde özellikle ana akım sinemalar, sinemanın “unutturma” ve “sanallaştırma” özelliğini kullanır. Sinema seyircisi, koltuğa oturduğu an, kendisi için üretilmiş, bambaşka ve genellikle hakiki hayat ile ilgisi olmayan bir “sahteliğin” büyüsüne kapılır. Perdede görülen şeyler, insanın entelektüel, sanatsal veya hikmete dair üretiminin içinde olmak gibi bir kaygı taşımazlar. Hatırlamak ve hayatla bağı canlı tutmak gibi bir kaygının değil, sinema koltuğuna oturulduğu andan itibaren eğlendirme ya da duygulandırma amaçlarının çıktısıdır gördüklerimiz. Kısaca bir filme bireysel olarak bakıldığında, izleyiciye, dinleyiciye ulaşılmazı gösteren dinleten, bu belli imaj yüklenmiş medya tanrılarının görevleri; kitlelere gerçek yasamın güçlüğünü unutturmak, hayatı hazır düşlerle kolaylaştırmak, kaçış sağlamaktır. Filmler Samanlıkta iğne aramaktır; ama bu arayış, samanlıkta aradığımız iğnenin kesin olarak var olduğunu bildiğimiz için canlılığını hiç kaybetmez. Çünkü sinema insan gözünün göremeyeceği şekilde yaşamın devinimini kaydederek, bizi her türlü psikolojiden ve tüm temsili sistemlerin hiyerarşisinden kurtarır, İnsan hayata dair anlamını sorguladığın her şeyi sinemada da sorgular. iletişim endüstrisi yalnızca bireylerin gönüllerini hoş kılmayı, hoşça vakit geçirmelerini temini hedef almış, bunun ötesini bütünüyle bos veren bir çizgide hareket etmeyi genel kural olarak benimsemiş durumdadır.  Bazı filmleri, genellikle bir makale, bir gazete yazısı, bir televizyon programı gibi izlemek, “bilgi” açısında kimi faydaları olduğunu gözler önüne serecektir elbette. Mesela Hollywood’un propagandaları, ABD ve Batı’nın dünyaya nasıl baktığının ipuçlarını verirler bize. Avrupa’nın festivallerinde cirit atan filmlerse, özellikle o dönemlerde Avrupa’da hangi sanat ve düşünce “modalarının” olduğunu ifşa ederler. Film sanatı, bulunduğu kavşak noktasının özellikleri gereği, bir “hem”, “hem de” ve ne”, “ne de” sanatıdır. Yani ona nereden baktığımız onun ne olduğunu belirginleştirecek şeydir. Bu yüzden tür sinemaları çıkmış, bu yüzden film sanatını bir hakikat arayışının aracı olarak görenler olduğu gibi, onu bir cumartesi gecesi eğlencesi olarak görenler de olmuştur. Sinemayı bir sanat olarak görmeyenler, film sanatını fotoğrafçılığın düzlemine indirgeyerek, bu sanatın en belirgin kimi özelliklerini ihmal etmiş görünmektedirler. Film sanatının neden fotoğraf olmadığını, dahası, neden hiçbir sanat dalının erişemeyeceği bir potansiyele sahip olduğunu anlamamız, neden filmlere ihtiyacımız olduğunu gözler önüne serecektir. Bu yüzden kavşak noktasından başlamak gerekiyor. Bu kavşak noktası bir yanıyla insanlığın düşünce birikimini, bir yönüyle hikmet birikimini, diğer bir yönüyle sanat birikimini düğümlüyor. Kavşak noktasına gelen yolların her birisinin temel dönüşümlerini ve sorunlarını anlayabilmek, sinemanın hangi ortamda ortaya çıktığını anlamak için gereklidir. Sinemanın ortaya çıkış sebepleri, onu krizin sanatı yapmakla birlikte, krizden çıkışın sanatı olarak da taltif ediyor. “Felsefe öldü, yaşasın sinema” söyleminin dayanakları ancak felsefenin neden öldüğünün ve yerine gelecek olanın, felsefenin yapamadığı neyi yapabilme potansiyeli olduğunun tespitiyle ortaya konabilir. Sinemaya felsefe ile bakmak, olsa olsa, felsefenin yapamadığı/yapamayacağı nelerin film sanatıyla başarılabileceğinin tespit edilmesi olduğunda değerlidir. Hepimiz felsefe yapıyoruz bir şekilde zaten; hayatı düşünüş tarzımız da bir felsefe. İşte felsefe yapmak bu düşünüş tarzını görünür kılmak oluyor. Sen bu bardığı şöyle değil de böyle tutmayı düşünmeden yapıyorsun ama felsefeci onu neden öyle değil de böyle tutuğunu düşünüyor, açığa çıkarıyor bir şekilde. Ve işte bu filmlerdeki o bilinçlilik hali gibi oluyor. Kamerayı neden oraya değil de buraya koyuyorum. Genel olarak insanların film izleme nedenleri günlük sıkıntılardan uzaklaşmak dinlenmek ve toplumsal sorunları daha iyi anlamak diye tarif edebiliriz.

Hollywood Sineması ve Popüler Kültür
Sinema sanatının üretkenliğinin ve devamlılığının sağlanması için temelinde sinemasal ürünü yani filmi meta sayan, imâl eden ve pazarlayan bir endüstrinin gerekli olduğu kabul edilmektedir. Bu bağlamda gelişmiş ülkelerde bir sanat dalı olmasının yanı sıra ticari bir sektör ve başka büyük sektörler kadar büyük bir ekonomik alan olan sinema, özellikle Amerika’da yüksek kâr getiren bir is koluna dönüşmüştür. Öyle ki Hollywood yapımı filmlerin hem yapım bütçeleri hem de yapım sonrası kâr payları milyon dolarlarla ifade edilebilmektedir. Hollywood aslında haritada bir bölgedir ve fakat 1920'lere gelindiğinde Amerikan Sinema Endüstrisini simgelemeye başlayacaktır. Dream Factory‖-Rüya Fabrikası olarak da bilinen Hollywood‘un çıkış noktası Eastern Trust‖-Doğu Tröstü‘nün hegemonyasından kaçıştır. California‘nın iklimi ve coğrafi koşulları Hollywood‘ı stüdyolar için ideal ve kârlı bir yere dönüştürmüştür. 1920‘ler itibariyle Amerikan filmlerinin %90‘ı Hollywood‘da üretilmeye başlanmış ve ürünlerin çoğu ihraç edilmiş böylece dünyanın en önemli pazarlarından biri olmuştur. 1930‘larla birlikte stüdyolar tamamen dikey* olarak bütünleşmiştir. Bahsedilen dönemde Hollywood yılda yaklaşık olarak 600 (çoğu Avrupa ülkesinin 6 katı kadar) film üretilmiştir. 1948 yılındaki Yüksek Mahkeme kararıyla bu dikey örgütlenmenin son bulması bütün sistemi değiştirmiştir. Bunu izleyen dönemde Televizyonun girişi Hollywood majörlerinin gücünü azaltmıştır. Hollyood bir Amerikan fenomeni olarak düşünülse de son dönemde başta Japonya olmak üzere Uluslararası sermayenin girişi Hollywood‘un tamamen-Amerikan olma durumunu değiştirmiştir.

Hollywood’un ürettiği popüler kültür ürünleri propaganda özelliği açısından değerlendirildiğinde, sinemanın ilk yıllarından itibaren Amerikan ulus-uygarlık mitinin meşrulaştırılmasında özellikle western filmlerinin bir zihniyet oluşturucu olarak önemli bir yeri oluşturduğu düşünülebilir. Hollywood western yoluyla ‘ulusal’ sınırlarda kalmayan ve tüm dünyaya yayılan Amerikan değerlerinin; ‘beyaz’ Amerikalının hep kanun koyucu, düzen sağlayıcı ve uygarlaştırıcı bir figür olarak temsil edilerek popüleştirilmesi eleştirel bir biçimde sorgulanmayı hak etmektedir. Amerikan üretimi popüler ürünler ile dolaşımda olan anlatılar kültürel incelemeler kapsamında; kültür, küreselleşme, ideoloji ve sinemanın etkisinin tartışılmasına olanak verecek zenginlikteki düzenlemelerdir. Amerika’nın uluslararası arenadaki gücüne ait söylencelerin inşa edilmesi, evrenselleştirilmesi ve meşrulaştırılmasında  Hollywood filmlerinin katkısı olduğu daha en başından teslim edilmelidir. Hollywood’un niyetinin sadece boş zaman geçirmek ve dünyayı eğlendirmek için film üretmek olmadığı açıktır. Hollywood sadece film üretmez, ürettiği filmler yoluyla, yani anlattığı öyküler yoluyla zihinlerde tüketim kültürüne ait düşünce ve yaşam modellerine ait kalıpları inşa eder veya daha önce inşa edilmiş olanları tazeler. Kolker ‘ Hollywood akıldan kaçınır, hiç de analiz talebinde bulunuyor görünmez ve bizi kendisi aracılığıyla yalın, aracısız öykünün yanılsaması içine girmeye davet eder’ yorumuyla Hollywood ile ilgili akılda tutulması gereken tipik bir başka özelliğe işaret etmektedir. Hollywood filmlerinin anlatısı, seyircisini öykünün içine çekebilen klasik anlatı biçimini kullanarak özdeşleşmeye uygun bir sinemasal dil kurmak üzere tasarlanır ve seyircisine sorgulamacı değil, kabullenmeci bir anlatı yapısı sunar. Yusuf Eradam, seyirci ve Hollywood ilişkisini; ‘ Hollywood, seyircisine seyretmeyi öğretir, hatta seyretme edilgenliğinin aslında etkin bir görev olduğunu bile öğretir, reformist yapılanması sayesinde’ sözleriyle seyir kültürüne seyirci olma seyirci kalma haline değinmeyi tercih eder. Hollywood bizi seyir kültürüne ve seyretmeye alıştırırken bir yandan kapitalizmin temel özelliklerinin dayanağı olan değerlerin yerleştirilmesine de yarayan öykülemeleriyle kendi yararına zihniyet oluşturmaya devam eden ve profesyonellerce yönetilen ulusal özelliği unutulmaması gereken bir kültür endüstrisidir. Bu yüzden, Hollywood filmleri özellikle temsil politikaları açısından önemli anahtarlar olarak kullanılabilir. Filmlerdeki temsillerin hem yaşanan gündelik gerçekleri ortaya koyması, hem de gelecek vizyonu oluşturuken kullanılabilecek bir araç olmaları açısından dikkatle yorumlanması gerekir. Western filmleri, Amerikan’nın uygarlaştırma mitinin zihinlerdeki yerini olumlar dolayısıyla güçlğ Amerika imajına ‘olumlu’ etki eden önemli bir uzantısı olarak kabul edilmelidirler. Hollywood filmlerinde 11 Eylül 2001 sonrası ötekileştirme politikalarının profesyonel olarak sürdürülmeye devan ettiği gözden kaçmamaktadır. Amerikan politikalarının ulusal ve uluslararası bağlamda nasıl oluşturulduğu ve öykülendirildiği üzerine bir başka örnek daha gündeme getirilebilir. Konu Amerika olunca, yaşanan gerçek hayat ile sinemanın her zaman birbirine ustaca kaynaştırıldığı ve bu türden popüleştirilmelerden bir ulusal çıkar beklendiği bir kez daha ispatlanmaktadır. Valantin, 2003 Mart’ında Irak’a giren Amerikan askerlerinden bir kısmı Irak ordusunca esir alınmasından sonra esirler arasında bulunan jessica adlı genç bir kadının figür olarak ön plana çıkarıldığına dikkat çeker. Gerçek hayatta, ‘Er Ryan’ı Kurtarmak’ filmine benzerbir şekilde Asker Jessica yı ve arkadaşlarını kurtarmak için bir operasyon düzenlenir ve esirler kurtarılır. İlerleyen saatlerde yapılan açıklamada büyük Hollywood yapımcılarının bu olayı filme dönüştürecekleri belirtilmekte gecikmez. Bu durum Amerikan strateji tarihinde kurumsallaşmış bir şekilde siyasi, asker, ve sinematografik gücün birbiriyle ilişkide olduğunu açıkça göstermektedir. Hollywood filmlerinin Amerika’nın ulusal çıkarları, uluslararası arenadaki ‘gücü’ ve etkinliği konusunda hem kendi yurttaşlarına hem de dünyanın geri kalanına seslenen bir anlatı yapılandırması içinde düzenlendiği her zaman akılda tutulmalıdır. Daha önce de belirtildiği gibi, Hollywood küresel seyirciye seslenen devasa boyutta bir kültür endüstrisidir. Dolayısıyla Hollywood eliyle üretilen filmler, olası ideolojik ve kültürel etkileri açısından çok boyutlu değerlendirilmelidir. Hollywood, kendi genişlemesini ve yeni pazarlara yayılımını gerçekleştirirken içine girdiği ülkelerin sinemalarını hem sektör olarak ticari boyutuyla, hem de filmlerin taşıdığı içerik açısından kültürel anlamda olumsuz bir şekilde etkilenmektedir. Amerika’nın ürettiği popüler kültür ürünlerinin  ağırlığı karşısında tek merkezli bir egemenlikle karşı karşıya kalındığı görülmektedir.


Sinema Türleri
Popüler kültür filmleri olarak tür filmlerini – western, korku, bilim kurgu- örnek vermek mümkündür. Tür filmleri önceden denenmiş ve ticari olarak başarılı olmuş, belli kalıpları olan, gündelik konularla bağlantısı kurulmuş filmlerdir. Özellikle Hollywood film stüdyolarının seri üretim şeklinde gerçekleştirdiği tür filmleri sinemanın ilk dönemlerinde diğer ülke sinemalarını da etkilemiş, Amerikan kültürü ve bununla birlikte popüler kültürün de taşıyıcılığını yapmışlardır. Bunun yanında tür filmleri genel anlamda zarar riski düşük olan filmlerdir. Tür filmleri sinemanın yüz yılı aşan tarihi boyunca, şirketlerin peşinde koştuğu ticari başarıyı sağlayan bazı modeller ortaya çıkmıştır. Tür filmi bunlardan biridir. En basit tanımıyla, tür filmleri, “yineleme ve çeşitleme yoluyla, benzer öyküleri benzer durumlardaki benzer karakterlerle anlatan ticari filmlerdir”. Bir türün filmlerinde, biçem, anlatı ve yapı benzerlikleri vardır. Örneğin, korku filmlerinde öykünün canavar-kurban-kahraman üçlüsü üzerine kurulmuş olması, mezarlık, orman, kasvetli şato gibi ıssız, ürkütücü mekânlar, kurbanı izleyen biri varmış duygusunu veren kaydırmalı çekimler, tehlikenin yaklaştığı izlenimini yaratan müzik, ortak ya da sık tekrarlanan ögelerdendir. Kovboy filmlerinde iyinin kötüyü alt etmesi, kanyonlardaki uzun takip sahneleri, silahlar, barlar, kasabanın merkezinde yapılan düello, çiftlikler, kovboylar, şerif, kötü adamın siyah giysili olması ise bu türün geleneklerindendir.
Tür filmleri Amerikan sinema endüstrisinin işleyişi içinde ortaya çıkmış zamanla dünyadaki diğer sinema sektörleri de bu türlerin kalıplarını kullanmaya başlamıştır. Güldürü, melodram, korku, gerilim, bilim kurgu, müzikal, kovboy, serüven, polisiye, savaş filmleri ve kara film başlıca türlerdir.Bir türü diğerlerinden ayırt etmemizi sağlayan, türe kimliğini veren ögeleri şöyle sıralayabiliriz: Olay örgüsü, durumlar, karakterler,  karakterlerin giyim ve davranış biçimi,  müzik,  diyaloglar,  öykünün geçtiği mekân, nesneler, araçlar,  görsel biçem (ışıklandırma, kamera açıları, hareketleri, kurgu vb.)

Bu ögelerin belli biçimlerde bir araya getirilmesi belli kalıpları yaratır. Bu kalıplar da türe kimliğini verir, türü tanımlar. Bir türün farklı filmlerinde tekrarlanan anlatısal ögeler (tema, düşünce, olay örgüsü, karakter vb.), ikonografik ögeler (giyim tarzı, nesneler, mekân vb.), biçem ögeleri (müzik, ışıklandırma, kamera hareketleri, kurgu vb.) türün ayırt edici özelliklerini ortaya çıkarır. Tür filmleri, 20. yüzyılın ortalarından başlayarak araştırmacıların dikkatini çekmiş, genelde popüler sinema, özelde tür filmleri eleştirel çalışmaların konusu olmuştur. Filmlerdeki toplumsal ve kültürel göstergelerin, ruhbilim ve toplumbilim çerçevesinde yapılan çözümlemeleri temel bir yargıyı ortaya çıkarmıştır: Tür filmleri egemen ideolojileri yeniden üretir. Bir toplumda egemen olan ekonomik, toplumsal, kültürel kavramlar, düşünceler, pratikler tür filmlerinde doğallaştırılır, meşrulaştırılır, doğrulanır. Böylece var olan toplumsal sistemin insana en uygun, içinde yaşanılabilecek en iyi sistem olduğu, çatışma ve sorunların bu sistem içinde çözülebileceği söylenir. Tür filmlerinde, para ve başarı önemli değerlerdir; heteroseksüel romantik aşk, evlilik ve aile doğru toplumsal ilişki biçimleridir; devlet, polis ve adalet sistemi iktidarın ve otoritenin meşru kaynaklarıdır; şiddet, sistemi tehdit eden şeyleri yok etmenin yolu olarak haklı gösterilir; Amerikan değerleri ve kurumları, toplum için yararlı oldukları söylenerek övülür.

Bir başka örnek de romantik aşkı ve evliliği toplumsal açıdan kabul edilebilir, doğru ilişki tarzları olarak konumlandıran ve kadın-erkek ilişkilerindeki egemen toplumsal değerleri onaylayan romantik güldürü filmleridir. Ülkemizde sinemanın en popüler eğlence biçimi olduğu 60’larda ve 70’lerin ilk yarısında Yeşilçam’ın yaptığı pek çok romantik güldürü filmi, kente göç, nüfus artışı, kadınların eğitim ve çalışma olanaklarından daha fazla yararlanması gibi itici güçlerle değişmeye başlayan ya da değişme potansiyeline sahip kadın-erkek ilişkilerini konu alır. Bu filmlerin öyküleri, geleneksel ataerkil değerlerle yeni değerler arasında bir uzlaşmayla biter. Romantik güldürülerin kadın ve erkek kahramanları biraz tuhaf, asi ya da deli dolu davranan kişiler olarak betimlenir. Romantik aşk her ikisinin de toplumsal normlara uygun olmayan özelliklerini törpüler ve evliliğe uygun hâle getirir.
Genel olarak tür filmlerinin en önemli özelliği popüler olmalarıdır. Kuşkusuz, her bir tür filminin ticari başarısı ötekilerle eşit değildir. Ancak asıl olan, ticari bir başarının hedeflenmesi; bu filmlerin sinema endüstrisinin egemen işleyiş tarzına uygun biçimde, dağıtım ve salon zincirleri aracılığıyla seyirciye ulaştırılmasıdır. Tür filmi bir hikaye etıne' değil, eylem içinde canlandırma yani dramadır. Bu nedenle belirli mekanları ve karakterleri vardır. Karakterler öyküyü, belirli bir olay örgüsü içinde aktarırlar. Bir tür filmi, iyi bilinen ve hemen tanınabilen olay örgüleri kull3!1ffiak, açıkça seçilebilen "kötü"lerle "kahraman"lar arasında yer alan, temel iyi-kötü karşıtlığını sergileyen bir nedenselliğe ve doğrusal bir zaman düzenine dayanmak durumundadır. İyi bilinen öykülerin kullanılması klasik bir uygulamadır ve anlatıların, dünyanın tutucu biçimde anlamlandırılması üzere kurulmuş olmalarıyla ilgilidir. Çoğu anlatıda, statükonun devamına yönelik ürkütme ve ödüllendirmeyi içeren eğitici nitelik iyice ağırlık kazanır. Bunlar, kendilerinden önceki masalların yeniden şekillenmiş, dramatik ya da epik biçim verilmiş halleridir. İyi ile kötünün çatışması, kutsal kitaplara, Habil'le Kabil'in öyküsüne dek gitmektedir. Film türlerinde de öykünün izi sürülürse, özellikle popüler edebiyat ürünleri ve sahne oyunlarıyla karşılaşılacaktır. Gangster filmleri bile günlük yaşamın kendinden değil, bunların gazetelere yansıyan öykülerinden yola çıkmıştır. Tür filmlerinin öyküyü, olay akışını ve karakterleri klasik yapı içinde ilişkilendirerek öne çıkarması, beraberinde bir başka temel özelliği, bu filmlerin yaşamı değil -bir yaşamı temsil etme biçimi olarak- birbirlerini taklit etmesini getinniştir. Bu da, her cinsten uylaşımlar aracılığıyla gerçekleşir. Tür filminin önemli bir başka özelliği ise, benzer ama farklı olma gerekliliğinin sonucunda -yoksa seyirci neden aynı filmi onlarca, yüzlerce kez izlesin ?- klasik anlatı geleneğine uygun biçimde, kısa bir zaman kesiti içinde türdeş filmlerle farklılıklarını daha çok biçimsel açıdan kurmaya çalışmasıdır. Çok ucuza mal edilen ve kopya olmaktan öteye gidemeyenlerin biçimsel yetersizliği bile bir anlamda farklılığı yaratan şeydir. Ama yine de tüfe ilişkin ögeler o filmin yapılışının tek meşruiyet dayanağı ise, o film tür filmidir. Tür filmleri, miras aldıkları klasik dramatik değerlere çok bağlıdırlar. Bu filmlerde her zaman kesin bir başlangıç, gelişme ve sonuç; bir devamlılık, bir kapalılık ve bir çerçeve duygusu vardır. Film, adeta "bir zamanlar" diye; var olan bir dengeyi göstererek başlar ve dengenin bozulmasıyla ilerler. Ancak, her iplik iyice birbirine bağlanır, tüm temel çatışmalar çözülür, denge yeniden kurulur ve film biter. Tür filmi kapalı bir dünyadır ve muğlaklığa - karakterlerde, olay örgüsünde, ya da ikonografide- hiç yer vermemeye çalışır. Neyin, ne ve nasıl olduğu her zaman açıklanacaktır. Muğ1*1ığa imkan vermeme zorunluluğu, o türün kendi türsel uygunlukları açısından da geçerlidir. Yani, seyirciyi, filmin hangi türe ait olduğu konusunda kararsızlığa düşürecek bir durum söz konusu olamaz. Tür filmine bu derli-topluluğu olay örgüsü kazandırır. Yukardaki açıklamalardan da anlaşılacağı gibi bu filmlerde nelerin olduğu önemlidir, neden oldukları değil. Uzay gemisi dünyaya dönünceye, kötülerin şatosu yanıncaya, hak yerini buluncaya, düşman mahvedilinceye dek; olay olayı tespih taneleri gibi izler. Dolayısıyla, herhangi bir türün olay örgüsünün başlangıç noktası, gizil biçimde "son"u da içermektedir. En iyi tür filmleri, her zaman, gerçekte olduklarından daha kısa sürmüş duygusu yaratırlar. Çünkü yalnızca olay örgüsünün gerektirdiği ve kaçınılmaz bir nedensellik hissi yaratacak sahnelere izin vardır.

Ancak, diğer yandan, sinemanın anlatım olanakları o kadar zengindir ki, türlerin anlatı kalıpları içinde bile farklı söylemler kurmak mümkün olabilmektedir. Egemen ideolojileri ve toplumsal kurumları eleştiren tür filmleri bu olanağı kanıtlayan örneklerdir. Filmleri dikkatli çözümlemek egemen ideolojiye en yakın gibi görünen türlerde bile karşıt bir söylem kurulabileceğini ortaya koymaktadır. Örneğin, korku filmleri genelde, tutucu, ataerkil ve kadına yönelik şiddet yanlısı bir zihniyetin sözcülüğünü yaparken bazı korku filmleri ise oldukça radikal muhalif bir tavır sergilemiş, geleneksel Amerikan değerleri ve kurumlarını eleştirmiştir. George Romero’nun Yaşayan Ölüler üçlemesi, tür filminin egemen ideolojiye karşıt bir söylem kurmasına iyi bir örnek olarak kabul edilir. Romero, bu filmlerinde ataerkil toplumsal ilişkilerin yarattığı gerilimleri, muhafazakâr siyasi liderlerin peşinden giden halkı, kapitalist toplumun tüketim ve alışveriş tutkusunu eleştirmektedir.

Filmlerde Ürün Yerleştirme
Popüler kültürün altın kurallarından biri de popüler aracın tanıtımı yine popüler olan bir araçla yapılmasıdır. Bu nedenle izlediğimiz sinema filmlerinde genelde başka markaların ürünlerini görmemiz mümkündür. Buradaki amaç ise görünen markanın izleyicinin bilincinde olumlu bir iz bırakmasıdır. İnsanların izledikleri oyuncuları rol model olarak kabullenebildikleri durumlarda, ürün yerleştirmede başarılı sonuçlar elde edilmektedir. Özellikle Hollywood bu yöntemi etkili bir şekilde kullanmaktadır. Film içerisinde rol model olarak görülen bir oyuncunun marka bir ürünü kullandığı görüldüğü taktirde bu marka oyuncuyu sevenler tarafından benimsenecek ve ürün seçiminde öncelik bu markaya gösterilecektir. Örneğin Top Gun adli filmde bas rol oyuncusu Tom Cruise’un RayBan gözlüğü takması sonucunda Tom Cruise hayranları ve filmi seven izleyiciler, bu marka yoğun ilgi göstererek gözlük seçimlerini bu marka üzerinden yaptı. Bu alanda en etkin ve başarılı olan ise James Bond film serileridir. James Bond filmlerinde, James Bond’un kullandığı her türlü ürün, film yapımcılarının kurduğu internet sitesi üzerinden satılmakta. Ürün yerleştirmede diğer markalardan önde olan bir başka marka ise Apple markasıdır. Bu marka hemen hemen her Hollywood filimler içerisinde yer almakta. Filmler içerisinde rol model olan karakterler telefon görüşmelerini Iphone üzerinden yapar ve bilgisayar kullanımını da Mac bilgisayarlar üzerinden gerçekleştirir. Bu da markanın sürekli güncel, popüler ve izleyicide öncü olmasını sağlar. Iphone telefonunun veya herhangi bir başka marka ürününün filmde kötü roldeki karakterde görünmesi ise izleyicinin bilinç altında marka hakkında olumsuz fikrin oluşmasını sağlar.


Kaynakça
  • Tarih Sinema Etkileşiminin Popüler Kültürdeki Yeri, Gazi Üniversitesi, Öğr. Gör. Dr. Özcan DEMİR, Okt. Dr. Namık ÇENCEN
  •  18. Yüzyıl Batı Felsefesiyle Yaratılan Oryantalist Türk(İye) İmajı Ve Sinemaya Yansımaları: Imdb Üzerinde Bir Analiz, Adnan Menderes Ünivesitesi, Dr. Akan YANIK
  • Hollywood Filmlerindeki Apokaliptik Temalar: Sinema, Popüler Kültür ve Din, Muhammed Veysel BİLİCİ 
  • Küreselleşmenin Dünya Film Endüstrisine Etkisi Ve Hollywood Film Endüstrisindeki Yeni Eğilimler, İstanbul Aydın Üniversitesi, Nalan GÖKDEMİR 


Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

“Televizyon: Öldüren Eğlence” Neil Postman

Geçmişle Gelecek Arasında Bir Semt ’’MERCAN’’